Bir zamanlar çocukların en büyük mutluluğu, sokakta saatlerce oyun oynamaktı. Top sesleri, sek sek çizgileri, ip atlayan kızlar ve misket yuvarlayan erkekler mahallelerin simgesiydi. Akşam ezanı ise oyunun sonunu belirleyen doğal bir saat gibiydi. Şimdi ise bu manzaraların yerini sessiz evler, loş odalarda parlayan ekranlar aldı.
Çocuklarımız artık sokakların değil, dijital dünyanın çocukları. Tabletler, bilgisayarlar ve telefonlar onların oyun alanı oldu. Saklambaç yerine çevrim içi oyunlarda avatarlarını saklıyorlar, koşu yarışı yerine parmaklarıyla sanal karakter koşturuyorlar.
Bu değişim, sadece oyun alışkanlıklarını değil; çocukların sosyal becerilerini, iletişim tarzlarını ve hatta hayal güçlerini de etkiliyor. Sokakta oynarken öğrenilen paylaşma, iş birliği yapma, yenilgiyi kabul etme gibi değerler dijital ortamda çoğu zaman eksik kalıyor.
Elbette teknolojinin çocuklara sunduğu imkanları yok saymak mümkün değil. Dünyanın bilgisine birkaç tıkla ulaşmak, farklı kültürlerle tanışmak, yaratıcılığını dijital ortamda geliştirmek paha biçilmez bir fırsat. Ancak mesele, bu fırsatların dengeli kullanılmasında.
Sokak oyunlarının özgürlüğü ile dijital dünyanın imkanlarını bir araya getirmek belki de çağımızın en büyük ebeveynlik sınavı. Çocuklarımızın hem bilgisayar başında kod yazabilen hem de sokakta arkadaşlarıyla kahkahalar atabilen nesiller olması için dengeyi kurmak zorundayız.
Çünkü çocukluk, yalnızca bir ekrana değil, rüzgâra, toprağa, kahkahaya ve dostluğa da değmeli.