Bir zamanlar yalnızlık, kapısı kapalı odalarda yaşanırdı. Şimdi ise Wi-Fi şifresi olan her yerde. Kalabalıklar içindeyiz, bildirimler hiç susmuyor; ama bir şey eksik. Ekranlar büyüdükçe, içimizdeki boşluk da büyüyor sanki. Teknoloji hayatımızı kolaylaştırdı, hızlandırdı, renklendirdi; peki ya bizi birbirimize yaklaştırdı mı?

Bugün bir kafeye girdiğinizde manzara tanıdık: Aynı masada oturan insanlar, farklı ekranlara gömülü. Göz göze gelmeden geçen dakikalar, konuşulmadan tüketilen kahveler… Parmaklarımız çok hızlı, ama cümlelerimiz kısa. Emojilerle gülüyoruz, ama kahkahanın sesi yok. “Online” olmak, “birlikte” olmak anlamına gelmiyor artık.

Sosyal medya, yalnızlığı paradoksal biçimde derinleştiren en güçlü araçlardan biri. Sürekli başkalarının “en iyi anlarını” izliyoruz. Filtrelenmiş mutluluklar, kurgulanmış başarılar, bitmeyen bir yarış hissi… Kendi hayatımız, bu parlak vitrinlerin yanında soluk kalıyor. Karşılaştırma arttıkça, tatminsizlik büyüyor. İnsan, kalabalık bir akışın içinde görünmezleşiyor.

Mesajlaşmak kolay; hissetmek zor. Bir “nasılsın?” sorusu, çoğu zaman cevabını beklemeyen bir nezakete dönüştü. Okundu bilgisi var, anlaşılma yok. Ses tonunu, duraksamayı, gözlerin ifadesini kaybettik. Kelimeler hafifledi; anlam ağırlaştı. Bir yanlış anlaşılma, bir eksik nokta, ekranın iki ucunda da kocaman duvarlar örüyor.

Teknoloji yalnızlığı sadece bireysel düzeyde değil, toplumsal ölçekte de büyütüyor. Algoritmalar bizi benzer düşüncelerin içine hapsediyor. Farklı olana tahammül azalıyor; yankı odaları çoğalıyor. Birbirimizi dinlemek yerine, birbirimize bağırıyoruz. Tartışmak yerine etiketliyoruz. Oysa temas, farklılıkla baş edebilmenin en eski ve en etkili yoluydu.

Çocuklar teknolojiyle doğuyor; bu bir gerçek. Ama birlikte büyümeyi öğreniyorlar mı? Oyunlar tek kişilik, başarılar sanal, arkadaşlıklar kırılgan. Ekran süresi uzadıkça, sabır kısalıyor. Beklemeyi, paylaşmayı, hayal kırıklığıyla baş etmeyi öğrenmek zorlaşıyor. Yalnızlık erken yaşta tanışılan bir duyguya dönüşüyor.

Elbette teknoloji suçlu sandalyesine tek başına oturamaz. Sorun, onu nasıl kullandığımızda. Aynı araçlar, doğru kullanıldığında köprü de kurabiliyor. Uzaktaki bir yakını yakın kılabiliyor; sesi duyulmayanlara mikrofon olabiliyor. Mesele, ekranı bir amaç mı, araç mı yaptığımızda düğümleniyor.

Belki de yeniden yavaşlamayı denemeliyiz. Bildirimleri kısmak, masaya telefonu koymamak, bir sohbeti yarıda kesmemek… Küçük ama anlamlı adımlar. Birlikte susabilmek, birlikte gülmek, birlikte düşünmek. Gerçek temasın yerini hiçbir piksel tutmuyor.

Teknolojiyle büyüyen yalnızlık kader değil. Seçimlerimizin toplamı. Ekranların sunduğu konforu inkâr etmeden, insan olmanın zahmetini hatırlamak mümkün. Çünkü yalnızlık, çoğu zaman bağlantı eksikliğinden değil; temas eksikliğinden doğuyor. Ve temas, hâlâ en insani teknoloji.