Dinî olmayan hukuk sistemlerinde genellikle borçlu lehine getirilen bazı kolaylıklar, özellikle de faiz haddini sınırlama şeklinde kendini gösteren faize karşı bu mücadele, Musevilik ve Hristiyanlık gibi semavî dinlerde daha netleşerek faizin kökten yasaklanması şeklinde ortaya çıkmıştır. Ancak Yahudiler, faiz yasağını sadece kendi aralarında uygulamış, yabancılardan faiz almakta bir sakınca görmemişlerdir (Tesmiye, 23/19-20). Onların bu davranışı, faizin dünyada bugüne kadar devam edip yaygınlaşmasının ve onu hafife alıp meşrulaştırmaya gayret etmenin önemli bir sebebini teşkil etmiştir. Başta Luther olmak üzere faiz konusunda büyük duyarlılık gösteren Hristiyan din adamları ise faizi haram saymakta asırlarca direnmişlerdir.
Ortaçağ kilisesindeki faiz yasağı en başta tüketim kredilerini hedef alıyordu. Ancak Avrupa’da sanayi ve ticaret hacminin genişlemesi ödünç sermaye ihtiyacını ortaya çıkardı. Hatta bizzat kilise erbabı iş kurmak ve Haçlı seferlerini finanse etmek için büyük miktarlarda ödünç paraya gerek duydu. Daha sonra kilise geniş servet sahibi olarak kendisi de ödünç para vermeye başladı. Bu durum kilise mensuplarını, İncil ayetlerini bu tür faaliyetlerine imkân tanıyacak şekilde yorumlamaya sevk etti. Bunlar, ticaretin bile hırs ve tamah duygularına dayanan kötü bir şey olduğu yolundaki eski görüşlerini terk etmekle kalmayıp, faiz konusunda çok yumuşak bir çizgi takip ederek kapitalizmin tohumlarını da atmış oldular. Hristiyanlığın faiz yasağının yerini dolduracak müesseseler getirememesinin yanı sıra, ortaya çıkan ekonomik gelişmeler Ortaçağ’da faiz yasağının tedricî olarak gevşemesine, hatta yasağı da bu çerçevede,  tamamıyla kaldırma teşebbüslerinin ortaya çıkmasına sebep oldu.
Ortaçağ filozofları, bütün borçlu-alacaklı ilişkilerine uygulanabilecek bir faiz tahlili oluşturmayı kendilerine görev bildiler. Bunlardan Saint Thomas d’Aquinas başlangıçta, kullanıldığında tüketilen eşya ile (gıda maddeleri gibi) tüketilmeden kullanılabilen eşyayı (at, ev gibi) birbirinden ayırdı. Ona göre tüketilmeden kullanılabilen eşyanın kullanımına karşılık bir ödemenin (kira) talep edilmesi adalete uygundur
Buna mukabil tüketilerek kullanılan eşyanın mislinin iadesinde ödünç alınan miktara ilâve olarak bir de kullanım bedelinin (faiz) talep edilmesi haksızlıktır ve mevcut olmayan bir şeyi satmak demektir. Çünkü bu eşyanın kullanımı tüketilip yok edilmesinden ibarettir. Ancak faiz hakkında önceleri bu açıklamaları yapan ve faiz-kira ayırımında önemli esaslar ortaya koyan Saint Thomas, iktisadî şartların zorlaması ve yatırım amaçlı ödünç ihtiyacının artmasıyla faize cevaz vermede gittikçe, daha yumuşak davranmış ve bazı gerekçeler ileri sürerek para sahibinin verdiği paradan başka “tazminat akçesi” adı altında ayrı bir fazlalık almasını da meşrû görmeye başlamıştır. 
Bu görüşünü, ödünç verenin bir müddet parasını kullanma imkânından mahrum kalması sebebiyle zarara uğramış olması, paranın ödünç verilmeyip de bir işte kullanılması halinde elde edilebilecek kazancın kaybı veya bir gemi karşılık gösterilerek ödünç verilen bir paranın bu geminin batması halinde karşılaşabileceği risk gibi gerekçelerle açıklamaya çalışmıştır. Böylece önceleri faize karşı olan Saint Thomas, sonradan ileri sürdüğü birtakım gerekçelerle faiz yasağının ortadan kalkmasına zemin hazırladı.
( KAYNAK T.D.V İSLAM ANSİKLOBEDİSİ )