Rahmet, mağfiret ve cehennem azabından kurtuluş ümidiyle gönüllerimize; üç ayların girmesiyle dualarımıza; mahyası,  mukabelesi, teravihi, sohbetiyle camilerimize; pidesi, tatlısı iftar ve sahur sofralarıyla, misafirleriyle hanelerimize;  iftar topuyla,  Ramazan davulu ve manileriyle sokaklarımıza; fitre, zekât, fidye, ramazan kolileri ile toplumumuzun muhtaç kesimine, iftar ve sahur programlarıyla televizyon ve radyolarımıza; tekne oruçları ve iftariyeliklerle çocuklarımızın kalbine; on bir ayın sultanı olarak mana iklimimize hoş geldin Ey Şehr-i Ramazan.
Ramazan ayının öne çıkan yönü ibadetlerin bolca yapıldığı bir mevsim olmasıdır. Ramazan ayı, içinde yapılan pek çok ibadetle birleşerek kişiyi, kulluk bilincinde,  ahlaki erdemlerde, toplumsal duyarlılıklarda kemali yakalamasına büyük katkı sağlar. Tutulan oruçlarla, kılınan teravihlerle, okunan mukabelelerle, genellikle bu ayda verilen zekât ve sadakalarla kişi manevi bir atmosfere girer ve o sene içindeki en yoğun ibadet zaman dilimini yaşar.  Gündüzünde kendini tutmak ve her hangi bir şeyden uzak durmak anlamına gelen oruç, gecesinde teravihle günün tüm zamanını doldurmak suretiyle, bütün çirkinliklerden ve kötülüklerden kulu uzak tutması ve alıkoymasıyla adeta cehennemden uzaklaştırıp cennete yaklaştırmasıyla Ramazan tam anlamını bulur.
Hicretin ikinci yılında Yüce Rabbimiz  “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakınmanız için oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı. (Bakara, 2/183 )  buyurmuştur. Ayette de ifade edildiği, tarih kaynaklarının da bizlere ulaştırdığı bilgiler Yahudilikte, Hristiyanlıkta ve Hint dinlerinde farklı zaman ve uygulama şekilleriyle oruç ibadetinin var olduğunu göstermektedir. Tüm semavi dinlerde var olması insan fıtratının bu ibadete olan ihtiyacını, insanın günahlarından kurtulup yaratıldığı ilk andaki fıtratına dönmesi yolunda önemli bir etkendir. Allah Resûlü “İslam beş şey üzerine kurulmuştur Allah’ın bir kabul edilmesi, namaz kılınması, zekât verilmesi, Ramazan orucunun tutulması ve hac!” (Müslim, “İman”, 19) hadisi de orucun İslam’ın asli unsurlarından olan farz bir ibadet olduğunu açıkça ifade etmektedir. 
Oruç ibadeti ne zaman ve kimler tarafından yerine getirilmelidir sorusu yine ayetlerle cevap bulmuştur. Bakara 184 ve 185. Ayetlerinde Ramazan ayının Kur’an’ın indirildiği ay olduğu, Ramazan ayına erişenlerin oruç tutması gerektiği ifade edilmiştir. Bununla birlikte hasta ve yolcu olanların tutamadığı günler sayısınca Ramazandan sonra başka günlerde oruçlarını tamamlamaları (tutmaları),  oruca güç yetiremeyenlerin ise bir yoksulu doyuracak miktar fidye vermeleri belirtilmiştir.
 Ayetlerde yer almayan fakat hem hadislerde (Buhârî, “Hayz”, 6)  hem sahabe hanımlarının hayatlarında cevabını bulduğumuz ve İslam âlimlerinin, üzerinde ortak hüküm verdikleri (icma ettikleri) bir husus vardır ki; kadının adetli ve lohusa iken oruç tutamayıp daha sonraki günlerde kaza etmesidir. Ayetlerde yer almaması gerekçesiyle, Kur’an’ın yaşanmış şekli olan Hz. Peygamberin hadisleri ve hükümlerini göz ardı etmek, Allah Resulüne uymayı emreden Kur’an ayetlerine ters düşmektir. 
Oruç tutma konusunda kendilerine ruhsat tanınanlar arasında hamileler, çocuk emzirenler, oruca güç yetiremeyecek kadar yaşlı olanlar da vardır. Hamileler ve çocuk emzirenler oruç tuttuklarında şayet kendilerine veya çocuklarına bir zarar gelmesinden korkarlarsa oruçlarını tutmayıp daha sonra kaza ederler. Çok yaşlanmış olan, sağlığına tekrar kavuşma ihtimali olmayan kişiler ise mali olarak güç yetirir ise her gün için bir fakiri sabahlı akşamlı doyuracak miktarda fidye vermeleri gerekir. Diyanet işleri başkanlığı her sene verilecek olan fidye miktarının alt sınırını belirleyip ilan eder. Mali gücü olmayanlar ise fidye vermekten sorumlu tutulmazlar.(el-İhtiyar 1. Cilt, 135)
Ramazanı sağlıklı bir şekilde geçirip oruçlarımızı tutmayı ve güzel manevi iklimden azami düzeyde istifa etmeyi Rabbim hepimize nasip eylesin.                  Kafiye DEMİRCAN
                                Samsun İl Müftülüğü 
                                Uzman Vaiz