Her 24 Kasım
"Öğretmenler Günü"nde
içimde
sözcüklere
dökmekte zorlandığım
bir 
duygusallık
yaşarım...
Nedeni var elbette...
Hem de
trajik
bir öykü
gibi...
1980 yılının
haziran ayıydı...
3 yıllık
Samsun Eğitim Enstitüsü
Fizik Kimya
Biyoloji (FKB) Bölümü'nde
son sınıftaydım...
Yıl sonu sınavlarına
giriyorduk... 
Branş derslerinden
geçmiştim...
Bir tek İngilizceden
çakmıştım...
Komedi gibi
bir nedenle...
İlkokuldan beri el yazım mükemmeldi...
El yazısında
"Ş" harfi orak-çekiçe
benzediği
için
hoca bana kafayı 
takmıştı...
Oysa, ne Rusya ne Çin ne
Amerika ne de Arnavutluk
diyenlerdendim...
Herkesin 
dışarıda yazılan
reçetelerden
medet umduğu bir dönemde,
Yazıişleri Müdürü olduğum Ordu Havadis
Gazetesi'nin
künyesine,
"Atatürkçü gazete" ibaresini
işte bu nedenle
yazdırmıştım...
Yani bu bakış açısıyla,
birçok arkadaşımla
çoğu zaman ayrışıyordum...
Bütünlemeye kalmıştım...
1980 yılı
eylül ayı içinde
bütünleme sınavına katılacakken,
bu sırada ihtilal oldu...
Şansa bak!..
Ne yapalım,
gazeteciliğe devam!..
Bütünleme sınavı
için
Marmara Üniversitesi
Atatürk Eğitim Enstitüsü'ne
nakledildik...
Okulun müdürü,
"Branş derslerinden
geçen birine bu yapılır mı?"
dedi...
Sonra
bu okulda
20 gün kurs görüp,
sınava girmiş ve
10 üzerinden 9 almıştım...
Atama bekliyordum, artık!..
Ama kolay değildi...
Devlet, adeta kılı kırk yarıyor;
polis, jandarma
ve MİT soruşturmalarında
öğrenciliği sırasında
bildiri dağıtma gibi sıradan bir eyleme
katılanın dahi,
ataması
yapılmıyordu...
Bir süre
sonra,
tayinim Afyon'a çıktı. Gazetede
veda yazısıyla
Ordu'dan ayrıldım...
Afyon Emniyet Müdürü
Asaf Çalışkan'dı. Asaf Abi, babamın,
abimin dostuydu. Beni de
gazetecilik
ilişkisi içinde
seviyordu. Otobüsten iner inmez bir otele yerleştikten sonra
direkt onun yanına gittim. Emniyet Müdürlüğü, iki katlı tarihi bir binadaydı...
Sohbet ederken,
tayinimin Dinar'a yapılması konusunda yardım istedim.
Dinar, Antalya'ya yakın ve daha gelişmiş bir yerdi. Asaf Abi, şoförü ve korumasına talimat verdi, makam aracıyla Afyon'u gezdirdi...
Atamaların yapılmasına 3 gün vardı. Afyon'da 3 gün kalmak yerine
Ankara'da ağabeyimin yanına gitmek
daha iyi olacaktı. Tabii ki Ankara'ya gidildiğinde,
herkesin yaptığı
gibi, ben de  eş-dost görmek umuduyla
Kızılay Meydanı'na çıkmıştım. Sağa-sola bakınırken,
okuldan bir arkadaşımı gördüm. Milli Eğitim Bakanlığı'nın Beştepe'deki binasında
atamaları
durdurulanların arasında ismim vardı.
"İsim benzerliğidir" dedim ama içime de
kuşku düşmedi değil. Taksiye atlayıp, derhal oraya gittim ve bir solukta listenin asıldığı
giriş kapısında kendimi buldum. Fizik Kimya Biyoloji Bölümü'nde
ataması durdurulan
3 kişiden biriydim. Oraya yığılmamak için
kendimi zor tuttum. "Böyle bir şey nasıl olur?" diye
kendi kendime
söylenip, durdum. Ne var ki,
derdimizi kime anlatacaktık? Dönem normal değildi...
Hemen ilk otobüsle Afyon'a
döndüm. Bavulumu alıp,
Asaf Abi'ye uğradım. O da hem üzülmüş hem de şaşırmıştı. "Senin güvenlik açısından bir sakıncan yok ki
nasıl oldu?"
dedi. Birkaç yere de telefon açtı.
Sabıka kaydım olmadığı gibi
bilgi notlarında da
aleyhime bir şey yoktu. Vedalaşıp, önce Ankara'ya
sonra Ordu'ya geçtim...
O süreçte içim içime sığmıyordu. MİT ve polis soruşturmalarında
bir sorun olsa, atamam yapılamazdı. Atamam yapıldıktan
sonra böyle bir gelişme
nasıl olabilirdi?..
Adeta
aklımı
başımdan
alan
bu sorunun cevabını bulmak
istiyordum...
Ordu Esnaf Odaları Birliği Başkanı olan
rahmetli babam
Kemal Uzun, güçlü adamdı. Dönemin Milli Eğitim Bakanı
emekli Orgeneral Hasan Sağlam'dan randevu alıp,
makamına çıktı. Babam, ona "Oğlum anarşist mi, bir suçu mu var?"
diye sormaya başlayınca,
Hasan Sağlam da
şaşırmıştı. Hemen ilgili birim
müdürünü dosya ile birlikte
yanına çağırınca, durum anlaşılmıştı.
Askerlik Şubesi, 
okulla olan ilişkimi
önce Samsun Eğitim Enstitüsü'ne 
sonra Marmara Üniversitesi
Atatürk Eğitim Enstitüsü'ne
resmi yazıyla sormuştu. Mektup kaç ayda okula ulaşmış
cevap kaç ayda verilmişti, kim bilir? Hiç aksatmadan yoklamalarını yaptıran biriydim.
Şubedeki sivil memurların çoğu da arkadaşımdı. Çünkü, şube bizim mahalledeydi. Çoğu zaman onlar
kendiliğinden
askerlik yoklamalarını
yapardı. "Bakaya" kalmıştım, yani yoklama kaçağıydım. Bu yüzden atamam
yapılamamıştı...
Sevdiklerinden uzakta
gurbet ellerde
silahların gölgesinde, 
ölümle burun buruna,
dualarla
evinden okula
giden
bir gencin,
hayallerini
yıkan
neden
bu muydu?..
5 dakika bile sürmeyen
bir resmi
işlem nedeniyle
onca zaman, onca emek ve onca çekilen
sıkıntı
boşuna mıydı?..
Ancak, hesapların üzerinde de
bir hesap olduğunu bilenlerdendim...
O yıllarda
Hürriyet Haber Ajansı'nın
Ordu muhabiri iken
ajansın
Samsun bölge müdürlüğüne
muhabir olarak
çağrıldım. Yaklaşık iki yıl
sonra da
Anadolu Ajansı
Genel Müdür Yardımcısı 
bizzat
Hürriyet Haber Ajansı
bürosunda
bana ajansın
bölge müdürlüğünü
teklif etti. Tereddüt içindeydim. Hürriyet Haber Ajansı
Genel Müdürü rahmetli büyüğüm
Hasan Yılmaer'den
izin almam gerektiğini söyledim. Hürriyet'in
ücreti
yüksekti. Ancak, AA'nın teklifi yüzde 30 daha fazlaydı. Anadolu Ajansı'nın efsane genel müdürü
Hüsamettin Çelebi ağabeyimle
görüşerek, işe başladım. Samsun "büro" konumundayken,
"bölge müdürlüğü" statüsüne geçti. İki üç arkadaşa da
ekmek kapısı açmıştım...
"Nasip" dedik ya!..
Memur
olamamıştım ama
bir öğretmenin
alabileceği maaşın 3-4 katı
bir ücretle
devletin ajansına
"bölge müdürü" olmuştum...
"Kader" değil miydi bu?..
Okul arkadaşlarımın çoğu
öğretmenlikten emekli oldu.
Ne zaman
onlarla karşılaşsam,
kendimi
tarifsiz
bir duygu 
sarmalı
içinde
bulurum...
İsteseydim, öğretmenlik
yapabilirdim ama
benim gerçek mesleğim
gazetecilikti...
"Bürokrasi hazretleri"nin
şaka gibi uygulamasıyla
ortaya çıkan
bu trajik hikayeyi; her 24 Kasım'da
hatırlayarak
bir burukluk yaşar ama
kaderin önüne geçilemeyeceğine 
olan inancım 
daha da artar...

Bu vesileyle,
Türkiye Cumhuriyeti'nin
"Başöğretmeni"
Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü saygı ve sevgiyle anıyor;
bu ülkenin çocuklarını
yarına hazırlamak için
her şeyini ortaya koyan
öğretmenlerimizin
ellerinden
öpüyorum...
Öğretmenler Günümüz kutlu olsun!..