1783’te Kırım’ın Ruslar tarafından ilk kez işgal edilmesi onun “sıcak denizlere inme” politikası için en önemli kilometre taşlarından biriydi. Küçük bir prenslik iken topraklarını Türk ülkesinin aleyhine büyütüp genişleten Rusya Kazan’ın düşmesinden 231 yıl sonra bir diğer büyük Türk hanlığını da ortadan kaldırmış oluyordu. Bir yandan Kıpçak bozkırlarından Asya içlerine ilerleyerek Türkistan coğrafyasını zapt etmiş, öte yandan Kafkasya’ya sarkıp bölgenin yerel halklarını soykırıma tabi tutmak suretiyle Osmanlı sınırlarına dayanmıştı. Balkanlardaki gayrimüslimleri Ortodoks kardeşliği ve bilhassa Slav unsurları da etnik akrabalık ilişkileri gerekçesiyle himayesine alarak Rumeli’deki Osmanlı topraklarında adım adım mevziler kazanmaya başlamıştı. Kırım’ın işgali Ruslara Karadeniz’de büyük bir askerî üstünlük kazandırdı. Rus devletinin bekası için Osmanlının ortadan kalkması, özellikle de İstanbul ve Çanakkale boğazlarının kontrolünün Ruslara geçmesi gerekiyordu. Böylece öncelikle hayatî ticaret yollarının hâkimi olmak, ilerleyen yüzyıllarda da kıymetli yer altı zenginlikleri ve enerji kaynaklarına ulaşmak mümkün olacaktı. Bu nedenle İstanbul, Rusya için bir “kutsal kâse”, yahut kendi kültürümüzden hareketle tarif edecek olursak, “Ayasofya” bir “kızıl elma”ydı. Tek başına ele geçirilemeyecekse eğer, Osmanlının Rusya’dan yardım istemeye muhtaç olacak şekilde zayıf düşmesi ve öyle kalması sağlanmalıydı. Ancak Osmanlı imparatorluğu gibi devasa bir lokmayı tek başına yutamayacağını bilen Rusya, Avrupa’nın diğer büyük güçleri ile Osmanlı arasındaki dengeyi de gözetmek durumundaydı. Türk imparatorluğunun olası bir yıkımı bu toprakların İngiltere, Fransa gibi sırtlanların hücumuna ve büyük bir paylaşım kavgasına yol açacağından dikkatli bir siyaset ve hareket gerekliydi. İçinde bulunduğumuz 21. asırda da kendi “yaşam alanı”, için tüm komşu devletleri işgal etmeyi en tabiî hakkı olarak gören tarihî Rus politikası, Putin tarafından devam ettiriliyor. Putin’e göre Sovyetler Birliği’nin yıkılması tarihin en büyük trajedilerinden biridir. [1] Rusya’nın sınırlarının sonu yoktur.[2] Venüs bile Rus toprağıdır. Rusya Federal Uzay Ajansı (Roscosmos) Başkanı Dmitriy Rogozin, basın mensuplarına yaptığı açıklamada, Venüs’ü araştırmaya yönelik Rusya’ya ait projeyi duyururken, Venüs’ü ‘Rus gezegeni’ diye tanımlamıştı. [3] 2014’te Kırım’ın yeniden işgali sadece Ukrayna’nın toprak bütünlüğüne bir saldırı değil, aynı zamanda Karadeniz ülkeleri başta olmak üzere, Doğu Avrupa’daki eski Demirperde ülkeleri ve kuzeyi, güneyi, doğusu, batısı ile tüm Avrupa için bir güvenlik tehdididir. Suriye’deki iç savaşta askerleri, silahları, ekonomik desteği ile birinci dereceden taraf olan Rusya yıllardır aşikâr bir biçimde bölgedeki terör örgütlerine desteğini sürdürmektedir. Türkiye kuzeyden Kırım’daki, güneyden Suriye’deki ve doğudan da Ermenistan’daki Rus askerî mevcudiyetiyle çevrelenmiştir. Dolayısıyla tehdit altındaki en büyük ülke Türkiye’dir. Azerbaycan’ın Türkiye’nin desteğiyle Karabağ’da kazandığı zaferin hemen ardından bu bölgeye de Rus askerleri konuşlanmıştır. Rusya’nın sıcak denizlere inme hevesi Antalya sahillerinde Rus turistlerin denize girmesi demek değildir. 230 milyon dolarlık domates satışı karşılığında milyarlarca dolarlık enerji ve silah alışverişi şeklinde seyreden ve neticesinde Türkiye aleyhine büyük bir ticaret açığı ile yürüyen ikili ilişkilerin ötesinde anlam taşımaktadır. Kaynak: Emel Kırım Vakfı )