Yaşam süreci bizim en kıymetli hazinemiz. Bu hazineyi nasıl değerlendireceğimizi belirleyen irademiz ise pusulamız. Bu pusulayı nasıl kullanacağımız ise bilincimiz.

Kimisi pusulasını merhamet, kimisi vicdan ve kimisi ise iyi niyet üzere kullanıyor. Merkezine neyi ya da kimi aldığınla çok doğru orantıda devam ediyor hayatın. Hatalar, yanlışlar, günahlar ve daha bir çok şey bizi biz yapıyor. Çeşitli sebepler ile bizim yaşam bitiyor.

Var olduğumuz arkada bıraktıklarımıza göre hatırlanıyor. Kim ne kadar hatırlarsa hatırlasın, hayat olanca hızıyla devam ediyor.

Herkes kendi hayatının getirdiği zorlukları ve ya güzellikleri yaşıyor. Kimine dert olan kimine derman, kiminin derman gördüğü ise kimine dert oluyor. Sahip olma iç güdüsü bizi belki de en fazla zorlayan başlıklardan biri oluyor. Öyleyse asla ve asla işte yaşam budur. Yaşamak budur deme şansımız da kalmıyor. Herkesin tarifi yine sadece kendini bağlıyor. İnsan yatılışı gereği hür bir varlık. Öyle ki bu özgürlüğü ona yatıcısı, adına “irade” dediğimiz seçim hakkı ile veriyor.

Bu sınırları öylesine genişletiyor ki, insan bu geniş sınırların içerisinde kayboluyor. İnsan doğduğu ailenin, coğrafyanın, bölgenin kimliğiyle doğsa da kaderini yine de kendi belirleyecek kadar zamanı olabiliyor. Doğduğumuz coğrafya kaderimiz değil, aslında sorumluluğumuz da oluyor. Hangisi zor…

Doğduğun coğrafyanın sorumluluğunu taşımak mı? Yoksa kendi iraden ile kendi kaderine “merhaba” diyebilmek mi? Karar elbette sizin, yani “iradenizin”