Yüce Allah’ı tanıyıp bilerek sadece kendisine kulluk yapmak insanın asli vazifesidir. (51/56) Bu asli vazifeyi yerine getirirken insanın içinde var olan havf diye tabir edilen korkuyu, reca diye ifade edilen ümidi mutedil bir şekilde kullanması Allah’a olan kulluğunun gereğidir.
    Mutedil korku; iffet, vera’, takva ve sıdk sahiplerinin korkusudur ki bu korku, sahibini Allah’ın rahmet, mağfiret ve nimetlerden ümitsizliğe düşürmediği gibi günah ve kötülüklere dalmasına da engel olur. Aynı şekilde mutedil bir ümit de kişiyi boş vermişlik, tembellik ve sorumsuzluktan korur. (Dini Kavramlar Sözlüğü, Diyanet Yayınları)
    “Ayetlerimize ancak, kendilerine ayetlerimiz hatırlatıldığı zaman secdeye kapananlar, büyüklük taslamayarak Rablerini överek yüceltenler, vücutlarını yataklardan uzak tutup, korkarak ve umarak Rablerine yalvaranlar ve verdiğimiz rızıklardan sarf edenler inanır.” (32/15-16)
    “De ki; (Allah şöyle buyuruyor): “Ey kendi aleyhlerine olarak günahta haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Allah (dilerse) bütün günahları bağışlar; doğrusu o çok bağışlayıcı, çok merhametlidir” (39/53)
    Kulluk ancak, korku ve ümitle tamam olur. Korku cehennemden korunmayı, ümit cennet bahçelerinde gezinmeyi sağlar. Ve müminler “Allah’ım! Senden yardım diler, senden mağfiret ve hidayet isteriz. Sana iman eder, sana güvenir, sana tövbe eder ve sana şükrederiz. Senin rahmetini umar, senin azabından korkarız. Şüphesiz senin azabın kafirleri kuşatıcıdır. (Kunut duaları) “Ya rabbi bizi korktuklarımızdan emin, umduklarımıza nail eyle” diye dua ederler.
    Başta da ifade ettiğimiz gibi yerinde ortaya çıkan korku duygusu insanı tehlikelerden korur. Tehlike karşısında korkusuzluk ve tedbirsizliğin nelere sebebiyet verdiği izahtan varestedir. Ümitsiz olmak kadar da insanı mahveden bir düşünce yoktur. Mümin Allah’tan ümidini asla kesmemelidir. İstiklal şairimiz yeis’in bir bataklık olduğunu şöyle ifade eder: 
“Ye’s öyle bataktır ki düşersen boğulursun.
Ümide sarıl sımsıkı seyret ne olursun!
    Gerçek manada imanın lezzetini kavramış ve bu şuurla hayatını şekillendirmiş bir müminin hayatında, havf ve reca büyük önem taşımaktadır. Mümin ne tamamen ümitsiz olacak, ne de kendini tamamen boşluğa bırakacak. Yüce Allah’ın sonsuz kudreti karşısında acizliğini bilerek, görev ve sorumlulukları yerine getirmede son derece hassasiyet gösterecek ve azaba uğrayabileceği düsturunu hiç elden bırakmayacak, diğer taraftan da dini vecibelerini yerine getirmenin verdiği huzur ve mutlulukla ebedi saadete güzelliklere nail olacağı düşüncesi ile huzurlu bir şekilde yaşamına devam edecek.
    Her şeyde orta yolu tavsiye eden yüce dinimizin mensupları olarak Allaha karşı kulluk görevimizi yerine getirirken korku ve ümit konusunda da dengeli olmayı şiar edinmeliyiz.


Muhammet Ali ÜNAL
 Uzman Vaiz