“Eskiden her şey daha güzeldi.”
Bu cümleyi duymayan kalmamıştır. Kimine göre bir nostalji ifadesi, kimine göre yaş aldıkça artan bir sitemdir. Ama galiba bu sözün altında, hepimizin içinde bir yerlerde kalan o samimiyet özlemi yatıyor.
Eskiden insanlar birbirini tanırdı. Komşu kapıyı çaldığında misafirlik planlanmaz, çay suyu hemen ocağa konurdu. Bayramlarda çocukların gözünde bir heyecan olurdu. Mahallede biri hasta olsa, herkesin haberi olurdu. Şimdi hastalık da sevinç de sosyal medyada duyuruluyor; “geçmiş olsun” yorumları, birer tıklamayla geçiyor ekrandan.
Teknoloji ilerledi, iletişim kolaylaştı ama yakınlık azaldı. Eskiden mektuplar beklenirdi; satır aralarında duygu olurdu. Şimdi mesajlar anında geliyor ama içi boş. Göz göze sohbetin yerini, emojiler aldı. Bir “gülücük” gönderiyoruz ama içimiz gülmüyor çoğu zaman.
Belki de samimiyet, yavaşlığın içinde saklıydı. Her şey bu kadar hızlıyken, duygular da hızla geçiyor. Birine kızıyoruz, hemen engelliyoruz; özlüyoruz, hemen yazıyoruz; tartışıyoruz, hemen siliyoruz. Halbuki eskiden her duygunun bir bekleme süresi vardı. O bekleyiş, duygunun değerini artırıyordu.
Bugün hâlâ samimiyet mümkün mü? Elbette.
Bir selamı içten vermek, bir mesajı gerçekten hissetmek, bir dostu görmek için zaman ayırmak… Bunlar hâlâ elimizde. Sadece unuttuk. Hatırlamaksa bizim elimizde.
Belki de mesele şu:
Eskiden her şey daha samimiydi, çünkü insanlar birbirine daha çok zaman ayırabiliyordu.