Günün herhangi bir saatinde elimizi telefona uzanıyoruz. Belki sadece bildirimlere bakmak için, belki kısa bir haber okumak için… Ama çoğu zaman fark etmeden dakikalar, hatta saatler geçip gidiyor. Sosyal medya, hayatımızın vazgeçilmez bir parçası haline geldi. Peki, bu kadar zaman harcamak bize gerçekten ne kazandırıyor?
Bir yandan bilgiye ulaşmanın en hızlı yolu elimizin altında. Dünyadaki gelişmeleri tek bir kaydırma hareketiyle öğreniyoruz. Arkadaşlarımızın ne yaptığını görüyor, yeni fikirler keşfediyor, belki de hiç tanımadığımız insanlardan ilham alıyoruz. Yani sosyal medya, doğru kullanıldığında değerli bir araç.
Öte yandan, sürekli ekran karşısında geçirilen zaman, fark etmeden yaşamın gerçek anlarını elimizden alıyor. “Beş dakikalığına bakayım” diyerek açtığımız uygulamalar, çoğu zaman bir saatlik kayba dönüşüyor. Daha da kötüsü, zihnimiz yoruluyor, dikkatimizi toplamakta zorlanıyoruz ve sosyal medyadan kopamadıkça kendi hayatımıza yabancılaşıyoruz.
Belki de en kritik nokta şu: Sosyal medya zamanımızı çalarken, fark ettirmeden düşünce biçimimizi de şekillendiriyor. Ne okuduğumuz, neye güldüğümüz, hangi konulara tepki verdiğimiz, bir bakıma algoritmaların yönlendirmesiyle belirleniyor. Biz farkında olmadan “tüketici” olmaktan çıkıp, “tüketilen” hale geliyoruz.
O halde soru basit: Zamanı kim yönetiyor? Biz mi, yoksa elimizde tuttuğumuz telefon mu?
Cevap aslında bizim seçimlerimizde gizli. Sosyal medyayı bir araç olarak kullanmak, amaç haline getirmemek gerekiyor. Çünkü kaybolan her dakikanın geri dönüşü yok.
Hayatımızın en değerli sermayesi olan zamanı, gerçek bağlar kurarak, üretim yaparak ve kendimize değer katarak harcamak elimizde. Sosyal medyaya ayırdığımız zamanı yönetmeyi öğrenmek ise, gelecekte bize en büyük özgürlüğü sağlayacak.