Bazen durup düşünmek gerekiyor: Bu kadar acele neye? Neyi yetiştirmeye çalışıyoruz? Kimseye tam olarak yetişemediğimiz, hiçbir şeyi tam olarak hissedemediğimiz bir çağda yaşıyoruz. Zaman, elimizden akan su gibi. Farkına vardığımızda ise çok geç oluyor çoğu zaman.
Eskiden saat yavaş ilerlerdi. Sohbetlerin tadı olurdu. “Nasılsın?” sorusu gerçekten merak içerirdi. Şimdi herkesin cevabı otomatik: “İyiyim, sen?” Oysa kimse iyi değil belki. Ama zaman yok, dinlemeye bile… O yüzden gülümseyip geçiyoruz.
İnsan ilişkileri de hızla tüketiliyor artık. Bir mesajla başlanıp bir “görülmedi” ile biten bağlar. Derinlik yok. Çünkü kimse zaman ayırmak istemiyor. Belki de herkes çok yorgun. Belki de herkes kırık ama kimse bunu itiraf edemiyor. Çünkü modern hayat, güçlü görünmeyi ödüllendiriyor. “Zayıf olma, düşme, ağlama” diyorlar. Oysa insanız biz. Bazen durmak isteriz, bazen anlatmak.
Hayat dediğimiz şey, bir koşu değil aslında. Belki de bir yürüyüş… Yavaş yavaş, sindire sindire yaşanması gereken bir şey. Bir çayın demlenmesini beklemek gibi… Ama biz her şeyi anında istiyoruz. Hızlı tüketiyoruz, hızlı unutuyoruz, hızlı yaşıyoruz. Ama sonunda hep aynı cümle: “Zaman nasıl geçti anlamadım.”
Birini gerçekten dinlemek için zaman ayırmak artık lüks gibi görülüyor. Hâlbuki bazen bir sessizlik bile yetiyor. Yan yana susabilmek… Bir insanla aynı anda aynı gökyüzüne bakabilmek… Bunlar basit gibi gelir ama derin izler bırakır.
Zaman dediğimiz şey aslında sadece saniyeler değil. Bir bakış, bir sarılma, bir özür, bir teşekkür… Hepsi zamanın içinde gizli. Ve çoğu zaman onları erteliyoruz. Çünkü daha önemli şeylerimiz var sanıyoruz. Ama aslında en önemli şeyleri hep sona bırakıyoruz.
Bir gün annemiz bizi son kez arayacak. Bir gün babamızın sesi hafızamızdan silinmeye başlayacak. Bir gün bir arkadaşımız “keşke daha çok konuşsaydık” dedirtecek. Ama biz hep “yarın ararım”, “haftaya uğrarım”, “yaz gelince görüşürüz” diyoruz. Yaz geliyor, geçiyor, insanlar da öyle…
Kendimize de aynı kötülüğü yapıyoruz. Yorulduğumuzu fark etmeden, üzgün olduğumuzu kabul etmeden, sürekli güçlü durmaya çalışarak harcıyoruz kendimizi. Oysa bazen sadece bir nefes, sadece bir duruş, sadece bir “ben bugün iyi değilim” demek bile şifadır.
Zaman, bizim en sessiz öğretmenimiz. Acelemiz olduğunda bizi yavaşlatır. Ertelediğimizde bizi hatırlatır. Ve en sonunda bize tek bir şey söyler: “Geç kaldın…”
Ama hâlâ geç değil. Hâlâ birini arayabilirsin. Hâlâ kendinle kalabilirsin. Hâlâ bir sabah kahvesini telaşsızca içebilirsin. Çünkü bazen sadece var olmak, yeterince anlamlıdır.