Bu deyim, sabrı tükenip, o zamana kadar söylenmeyenleri söylemek anlamında kullanılır… Eski zamanlarda bir derviş varmış, sövmekle ünlüymüş. Bağlı olduğu tekkenin şeyhi, onu sövmekten vazgeçirmek için bir bakla tanesini okuyup üfleyerek dervişe verir. Dilinin altına koymasını, orada kaldıkça sövemeyeceğini söyler… İşte o deyimin hikayesi: Yağmurlu bir günde derviş, şeyhle bir sokaktan geçerken, evlerden birinin penceresi hızla açılır, bir kız çocuğu başını uzatarak, “Şeyh efendi, biraz durur musunuz?” der, pencereyi kapatır. Yağmur sicim gibidir. Sırılsıklam olan şeyh, niçin durduğunu sormak üzereyken aynı pencere yine açılır, aynı kız tekrar görünür, birkaç dakika daha beklemelerini rica eder. Biraz daha ıslanan şeyhle derviş gitmek üzereyken kız pencereden bağırır: “Gidebilirsiniz artık.” Merak ederler, niçin durduklarını sorarlar kıza. Kız; “Efendim.” der, “tavuklarımızı kuluçkaya yatırıyorduk. Yumurtaları tavuğun altına koyarken bir kavuklunun tepesine bakılırsa, piliçleri tepeli olurmuş. Annen sizi geçerken gördü de onun için beklettik.” Şeyh, münasebetsizliğin böylesi karşısında öfkelenerek: “Derviş!” der; “Çıkar ağzındaki baklayı!” Kalın sağlıcakla…