Bugünleri de gördük!..
Bir şeyi 
erbabından
daha çok bildiğini iddia edip,
akıl vermek;
"Hadsizlik" değil de
nedir?..
Mesela;
fırıncıya ekmek,
terziye
dikiş,
lokantacıya
yemek,
ormancıya ağaç ve
inşaatçıya
harç yapmayı
öğretmeye
kalkışmak gibi...
Gerçi, ruhsal rahatsızlıkları yüzünden
utanma duygusunu bilmeyen
böyle
tipleri,
toplum
dikkate değil,
amiyane tabirle
"Ti"ye alıyor ama
sorun başka...
Aslında 
bu durum karşısında,
"Alay etmek"
yerine
böyle insanların
söz konusu davranış biçimlerinin
altında
yatan
psikolojik nedenlerin ortaya çıkarılıp,
tedavi olmalarını
önermek gerekir...
Bunu ben değil;
ABD Cornell Unıversity'de görevli
Justin Kruger ve
David
Dunning'e 2000 yılında
Nobel Ödülü
aldıran
bilimsel çalışma
söylüyor...
Yabancıların "Dunning-Kruger Sendromu" adını verdikleri
tanının
bizdeki
karşılığı ise 
"Cahil cesareti"dir...

Sendromun önemli belirtileri
şöyle sıralanıyor:

  • Bu kişilerin en önemli belirtilerinin başında her şeyi en iyi kendilerinin bildiklerini iddia etmeleri gelir.
  • Bilgiyi, eğitimi aşağılama eğilimindedirler. Mesela bir kişinin 3 dil bilmesini, üniversite mezunu olmasını, hatta profesör olmasını kötü bir şeymiş gibi gösterme eğiliminde olurlar. Bilginin aşağılanacak bir şey olduğunu savunurlar ve çevresindekileri de buna inandırmaya çalışırlar. Çok okuyan, iyi okullardan mezun olan, kendisini sürekli geliştiren kişileri aşağılama eğilimindedirler. 
  • Tüm işleri, her şeyi kendileri halletmek isterler. Az bilgilerine paralel olarak çok fazla alanda işleri halletmek isterler. Normal şartlarda bir alanda uzmanlaşmak gerekirken, bu kişiler her işin uzmanıdırlar. Kişi ne kadar az bilgi sahibi ise, her alana el atması o kadar büyük olur. Bir alanda uzman kişiler, kendi alanlarının dışındaki işleri uzmanlarına bırakma eğilimindeyken, bu sendromdan muzdarip kişilerin matematikten mimariye, kimyadan sağlığa kadar her alanda üstün fikirleri vardır ve kendilerine sorulmadan yapılan her iş biraz eksiktir.
  • Her duruma hazırlıklıdırlar. Hakkında hiçbir fikri olmayan, öngöremediği olaylar karşısında bile sanki bu olayı yıllar öncesinden görmüş gibi davranmayı severler. Hiçbir hazırlığının olmadığı konularda sanki bunun geleceğini biliyormuş da ona göre hazırlıklarını yapmış gibi hareket etmeye düşkündürler. Sizi de buna inandırmak için çırpınırlar.
  • Üstlerine karşı saygıda asla kusur etmezler ama altındakileri ezme konusunda üstlerine yoktur. Üstlerine saygıları sonsuz, astlarına zulümleri kesintisizdir. Gücü gücüne yetene deyiminin hayata geçmiş halidir bu kişiler. Kendilerinden yüksek konumdakilere daima gülücükler dağıtırken, altında kalanları ezmede hiçbir beis görmezler. Ama sorduğunuzda böyle bir şeyin olmadığını iddia ederler. Üstlerine karşı saygıda hiçbir zaman kusur etmezler. 
  • Bugün söylediklerini yarın inkâr ederler. Ama bunu asla kabul etmezler. Bugün ak dediğine yarın kara der ama demediğini iddia ederler. Bugün size bir şeyler söylerler. Ancak yarın söylediklerinin tam tersi bir konuşmaları olabilir. “Dün böyle söylemiştiniz.” dediğinizde ise bunu kabul etmezler. Bugün akıllarına bir fikir gelir. Yarın o fikir çok saçmadır. Çok laf yalansız olmaz deriz ya, işte öyledir aslında. Dönüşleri muhteşemdir bu kişilerin. Söylediği yalanı unutan yalancı gibi dün söylediğini bugün inkar eder, bunu yüzüne vuranları iftira atmakla suçlar, çevresindekileri de buna inandırmak için o kişiyi başka alanlardaki eksiklikleri, zaafları ile vurmaya çalışırlar.
  • Başarısızlıklarını gizlerler. Başarısız olmaları halinde, başarısızlıklarını hiç yaşanmamış hale getirmeye çalışırlar.  Başarısız olmuşlardır. Ancak başarısız olduklarını asla kabul etmezler. O başarısızlık içerisinden çekip çıkardıkları bir nokta ile başarılıymış gibi gösterirler. Bu kişilerin hayatta başarısız olduklarını göremezsiniz. Hata kabul etmezler. Yani başarısızlıklarını tarihin sayfalarından silmek için ellerinden geleni yaparlar. Beşer şaşar lafı onlara göre değildir, onlar hiç şaşmaz, şaşsa bile bunu sizin hatırlamanızı istemez. Çünkü onlar başarısız olamaz!
  • Kendi doğruları kesinlikle doğrudur. Kendi doğrularının, düşünce ve eylemlerinin doğruluğuna kati olarak inanırlar.

En iyi onlar bilir. Dolayısıyla onların doğruları kesindir. Üzerine tartışma bile yapılamaz. Bu doğrulara sizi de inandırmak için bin türlü şey yaparlar. Sizi o doğrunun içerisine çekene kadar vazgeçmezler. Onlar yılmaz birer savaşçıdırlar. Kesinlikle yanlış yapmaları mümkün değildir. Onların inandığı, doğru kabul ettiği şeyler kesinlikle doğrudur. Bunlar yalanlanmış olsa bile, sırf kendileri inanmış oldukları için asla yanlışlarını kabul etmez, onun yerine sizi kendi yalanlarına inandırmak için çırpınırlar.
*                     *                   *
Böylesine psikolojik rahatsızlığı olan
kimselerin, sağlığına kavuşmasında; 
psikoterapi ile birlikte
hekimin gerekli bulduğu ilaç tedavilerine
ihtiyaçları vardır...
Yoksa, bu kişiler,
tedavi görmedikleri
takdirde
iyi, güzel ve doğru 
olan her şeye karşı
"Kıskançlık" duygularıyla
saldırganlaşır...
Yani, bir anlamda toplum
içinde
ruhsal bozukluklarıyla
davranan bu kimseleri
dikkate almak,
onların tedavilerinin
daha da gecikmesini
sağlamaktır...
Oysa dinimiz,
muhtaca, hastaya, darda kalmışa, mağdura
ve mazluma
"İyilik" yapmayı emreder!..
Hadis kitabı Tirmizi, Birr'de
aynen şöyle diyor:
"İnsanlar iyilik yaparlarsa biz de iyilik yaparız, zulmederlerse biz de zulmederiz; diyen zayıf karakterli kimseler olmayın. Bilâkis iyilik yaptıklarında insanlara iyilik yapmayı, kötülük yaptıklarında ise onlara zulmetmemeyi içinize (bir ilke olarak) yerleştirin”... 

Bu hastaların
tedavi olmalarına
katkı vermek 
"İyilik" sayılacaksa;
sonucunda 
Allah'ın rızasını
kazanmak söz konusudur...
Gerçi onlar kıskançlıklarıyla
"Sevap" kazanılmasına da
razı gelmeyecektir ama
olsun varsın!..
İyilik, inanç denizine çoktan atılmıştır!..
Balık bilmese de Halik bilecektir!..