Bugün “yapay zekâ” dediğimizde çoğumuzun aklına robotlar, akıllı gözlükler ya da bilim kurgu filmlerinden sahneler geliyor. Oysa yapay zekâ, çoktan hayatımızın içine sessizce yerleşti bile. Çoğu zaman fark etmeden, hatta fark ettiğimizde şaşırarak kullandığımız alanlarda karşımıza çıkıyor.
Telefonlarımızdaki sanal asistanlardan başlamak gerek. Sabah çalan alarmın ertelenmesinden tutun da, “yarın hava nasıl olacak?” sorusuna aldığımız yanıta kadar her şeyde bir yapay zekâ izi var. Haritalar, bize en kısa yolu bulurken sadece trafik yoğunluğunu değil, binlerce kullanıcının anlık verisini işleyerek tahminler yapıyor. Farkında olmadan milyonlarca kişinin davranışını analiz eden bir sistemle yolumuzu buluyoruz.
Alışveriş dünyasında da benzer bir tablo var. İnternetten bir defa baktığımız ayakkabının, günlerce karşımıza çıkması sadece tesadüf değil. Yapay zekâ algoritmaları, davranışlarımızı takip edip karşımıza en “ilgi çekici” ürünü çıkarıyor. Böylece biz fark etmesek de satın alma kararlarımız yönlendiriliyor.
Sosyal medyada gördüğümüz önerilen içerikler, dinlediğimiz şarkı listeleri, izlediğimiz film tavsiyeleri… Hepsi yapay zekânın perde arkasındaki hesaplamalarının ürünü. Kendi beğenilerimizle eşleştiği için bize doğal geliyor; oysa aslında tercih alanımızın sınırlarını çizen görünmez bir editör var.
Sağlık alanında da durum farklı değil. Birçok hastanede röntgen filmlerinin ön incelemesini yapay zekâ sistemleri gerçekleştiriyor. Bir doktorun gözünden kaçabilecek ayrıntıları fark eden yazılımlar, erken teşhise katkı sağlıyor.
Yapay zekâ, günlük hayatımızda sessiz bir ortak gibi. Farkında olmadan bizi daha hızlı, daha pratik ve çoğu zaman daha bağımlı hale getiriyor. Belki de asıl soru şu: Biz onu fark etmeden hayatımıza soktuk, ama yarın o bizi ne kadar fark edecek?