Akdeniz, Ege ile diğer bölgelerdeki orman yangınları içimizi acıttı, üzülerek izledik. Neden çıktığı hala gizemini koruyor. Birçok birimde ardı ardına alevlerin yükselmesi öncelikli olarak terör örgütünü işaret ediyor. Çünkü, eli kanlı örgütün önceki yıllarda ormanları yaktığı malum. Yanı sıra tatil yörelerinde yangınların yaygınlaşması, “yeni lüks otellerin yapılması için alan mı açılıyor?” sorusunu akıllara getiriyor. Marmaris yangınına küçük çocukların yol açtığı açıklandı. Ne denli doğru? Kuşkusuz soruşturmalar sonucunda gerçek nedenler ortaya çıkacak. Türk Hava Kurumu’nun (THK) yangın söndürme uçaklarından yoksun olması, daha üzücü. Oysa, önceki yıllarda uçaklar vardı ya da kiralanıyordu. Her yaz mevsimi ormanların yandığı dikkate alınırsa; söndürme uçağının olmaması son derece anlamlı. İzlenen yanlış politikalar Atatürk’ün kurduğu, kayyumla yönetilen THK’yı bitirdi. Sonuçta ülkenin ciğerleri “cayır cayır” yanıyor, insanlar ölüyor, doğanın asıl sahibi hayvanlar telef oluyor. Umarım sorumluları en kısa sürede yakalanıp yargı önüne çıkarılır. İvedilikle yanan ağaçların yerine fidanlar dikilmeli. Bir fidanın ağaca dönüşmesi yılları alıyor zira. Yeşili ve mavisi ile yerli, yabancı turistlerin her daim ilgi odağı olan Karadeniz de giderek özgün yapısını yitiriyor. Orman yangınları ile değil, insan eli ile solduruluyor yeşil cennet. Son yıllarda bölgeyi saran betonlaşma, artık dayanılmaz boyutlara ulaştı. Yörenin göz bebeği yaylalar, dereler “imdat” çığlığını atmaya başladı bile. Para kazanma uğruna Karadeniz’in gözde yerlerinden yeşilin her türlü tonunu bünyesinde barındıran yaylalar ile dere yatakları, çirkin binaların kuşatması altında adeta. Bölge siyanürle altın arayanların hedefi haline geldi, fındık bahçeleri kurudu. İnsanlar sağlığını yitirdi siyanürden. Her yaz dinlence için geldiğimiz Karadeniz’in bir önceki yıla göre daha çok beton yığınına dönüştüğüne tanık oluyoruz. Yeşilin solması, derelere inşa edilen HES’ler, başta şirin belde Çavuşlu olmak üzere bölgenin çeşitli birimlerine kondurulan vahşi çöp depolama alanları, yani çöplükler Karadeniz’i hızla diğer bölgelere benzetiyor. Denizden balık çıkmaz halde. Önceki yılların birbirinden iştah kabartan balıkları mumla aranıyor. Kirliliğin yanı sıra, gırgırların vahşi avlanma sistemi sanki Karadeniz’i kurutmuş. Berrak içme suyuna artık çöplükten sızan sağlığa aykırı kirlilik karışıyor. Yurttaş, şebeke suyunu ancak banyo ve temizlikte kuşku ile kullanabiliyor. Bölgede damacana sulara rağbet doğal olarak fazla. Adeta bir pazar oluşmuş dağlardan gelen soğuk suların bulunduğu bölgede. Yaylaların yanı sıra Samsun- Kemalpaşa kıyı boyunca göğü delen ucube binalar pıtrak gibi çoğalıyor. Ne denetleyen var ne de “dur” diyen. Yerel yönetimler bu binalara nasıl ruhsat veriyor? Akıl sır ermiyor. Tren kaçmadan, Karadeniz’in yeşilini, mavisini korumak olası. Tabii duyarlı davranmak, yasalara aykırı yapılaşmaya göz yummamak, taş ocaklarına ve siyanürle altın aramaya son vermek, çöplük ve HES’lerin önünü açmamak ve en önemlisi ucube binaların yapımına ödün vermemek... Hani, ne oldu yaylalardaki, dere kenarlarındaki 5-6 katlı binalar yıkılacaktı? Cumhurbaşkanı Erdoğan da bu yapı kirliliğinden yakınmıyor muydu? Ama olumlu gelişme yok. Canlar alan sellerin ardından bu çirkin tablo gündeme geliyor, ardından unutuluyor... Karadenizli sahip olduğu yeşili ve maviyi korumak zorunda. Yoksa iş işten geçtikten sonra ahlar vahlar para etmez, bu güzelliği çok arar...