Bütün insanları Âdem’in oğulları kabul eden İslâm inancı, kişiyi Allah nezdinde daha değerli ve şerefli kılacak olan şeyin Allah’a iman olduğunu beyan etmiştir. Allah nezdinde kişiyi değerli kılan imanı, şüphesiz ona fazladan sorumluluklar da yüklemiştir. Vasat bir ümmet olarak nitelenen Müslümanlar, tıpkı Resûl’ün kendilerine şahit olduğu gibi bütün insanlar için şahit, görüp gözeten, onlar için tasalanan ve gereğini yerine getiren sorumlular olarak tayin edilmişlerdir. (Bakara, 2/143)“…İnsanların en hayırlısı, insanlara en fazla yararı dokunandır.” (Kuzâî, Müsnedü’ş-şihâb, I, 365) beyanı da, paylaşma ve maruf olan her şeyde dayanışmayı öngören nebevi bir ilkedir.
Ramazan ayı bu anlamda Müslümanların Allah’ın emirleri karşısında sorumluluk bilincine erişmelerini hedefleyen, böylece kardeşlik, toplumsal dayanışma ve paylaşma şuurunu aşılayan mübarek bir aydır. Paylaşma konusunda ısrarlı tavsiyeleri olan Allah Resûlü, bizzat yaşantısıyla da paylaşmanın eşsiz örneklerini vermiştir. Ashâbının anlatımıyla o, esen rüzgârdan daha cömert idi. (Buhârî, Bed’ü’l-vahy, 1) Kendisinden bir şey istendiği zaman istenen şey elinde mevcut ise onu mutlaka verir, asla yok demezdi. (Müslim, Fedâil, 56) Yediğini, giydiğini, bildiğini paylaşır, iyiliğini esirgemez, asla bencillik yapmazdı. Meselâ bir hanım sahâbî, bir gün kendi elleriyle ördüğü bir giysiyi getirip Hz. Peygamber’e vermiş ve “Bunu, giyesin diye ördüm.” demişti. Peygamber Efendimiz hediyeyi kabul etmiş ve onu giyinip ashâbının yanına gitmişti. Allah Resûlü’nün üzerindeki hırkayı gören bir sahâbî, “Ne kadar da güzelmiş! Bunu bana verseniz.” demişti. İnsanların en cömerdi olan Resûl-i Ekrem, “Peki.” deyip orada biraz oturduktan sonra evine dönmüş ve o giysiyi katlayarak, isteyen sahâbîye göndermişti. (İbn Mâce, Libâs, 1)
Evet, Ramazan paylaşmaktır. Sevgiyi, şefkati, bilgiyi, zamanı, serveti paylaşabilmektir. Paylaşmak öylesine yüce bir erdemdir ki Yaratan’ın ikramını yaratılanlara sunabilmektir. Elindeki bir lokma ekmeği başkasıyla bölüşebilmektir. Sâbit b. Kays ve eşi emsalsiz bir paylaşma örneği sergileyen Peygamberimizin Medineli ashâbındandı. Onların bıraktığı paylaşmaya dair hatırası, bencillik duygusunun kalpleri esir aldığı günümüz insanı için, cimrilik zincirlerini kıran ve yürekleri özveriye açan bir örnektir. Bir gün Peygamber Efendimize bir adam gelerek, “Yâ Resûlallah! Açlıktan bitap düştüm, hâlsiz kaldım.” der. Resûlullah onu doyurmaları için hanımlarına haber gönderir, fakat onların saadet hanelerinde yiyecek hiçbir şey yoktur. Bunun üzerine Resûlullah, “Bu gece şu adamı konuk edip yemek yedirerek Allah’ın merhametine nail olmak isteyen kimse yok mu?” buyurur. Derhal Ensardan Sâbit b. Kays ayağa kalkar ve “Ben varım, yâ Resûlallah!” diye cevap verir. Akabinde o adamı alıp evine götürür. Hanımına hitaben, “İşte bu kişi Allah Resûlü’nün konuğudur. Evde ne varsa ona ikram edelim.” der. Evin hanımı, “Vallahi evimizde çocuklarımızın yiyeceğinden başka hiçbir şey yok.” diyerek karşılık verir. Eşinden bu üzüntü verici cevabı alan sahâbî, eşine der ki: “O hâlde çocuklar akşam yemek istedikleri vakit onları uyut. Sonra gel, kandili söndür. Biz bu gece karanlıkta karnımızı doyuruyormuş gibi yapalım ve geceyi aç geçirelim.” Kadın, kocasının dediklerini yapar. Kendileri ve çocukları aç kalmıştır ama Allah Resûlü’nün emaneti olan misafirleri doymuştur. Sabah olunca misafirlerini uğurlarlar. Konuk olduğu evden ev sahiplerinin ikram ve izzetleri ile memnun olarak ayrılan misafir, doğruca Resûlullah’ın huzuruna varır. Misafiri karşısında karnı doymuş, memnun olarak gören Allah Resûlü, “Bu gece Allah sizin yaptığınızdan hoşnut olmuştur.” buyurur. (Buhârî, Menâkıbü’l-ensâr, 10)  
Ubâde b. Sâmit (ra) de, Ramazan ayının yaklaştığı bir günde Resûlullah’ın (sav) şöyle dediğini nakleder: “Ramazan ayı size bereketiyle geldi..Allah Teâlâ sizin (Ramazan ayındaki ibadet ve hayır konusunda) birbirinizle yarış etmenize bakar ve meleklerine karşı sizinle övünür. O hâlde iyilik ve hayırdan yana Allah Teâlâ’ya kendinizi gösteriniz.” (Heysemî, Mecmau’z-zevâid, III, 344) 
Paylaşmak asla alın teriyle bin bir zahmetle kazanılan servetin yok olması, malın boşu boşuna başkalarına gitmesi, heba olması değildir. Bilâkis kişinin malını, mülkünü kalıcı kılması, bu dünyada kazandıklarıyla âhiretini imar etmesidir. Bir gün Allah Resûlü’nün evinde bir koyun kesilir. Âişe annemiz koyunun ön kolu hariç etin tamamını komşularına dağıtır. Hz. Peygamber evine geldiği zaman “Koyundan ne kadar kaldı?” diye sorar. Âişe validemiz ona der ki: “Koyunun şu ön kolu hariç hiçbir şey kalmadı.” Sevgili eşinin sözlerine karşılık Peygamberimizin verdiği cevap çok anlamlıdır: “(Demek ki) ön kolu hariç tamamı (bize sevap olarak) kalmıştır!” (Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 33)
Netice olarak Müslümanlar paylaşma ve dayanışma ruhunu kaybettiklerinde iki kötü sonuç doğacağı bildirilmektedir. Biri fitne diğeri fesat. Fitne birey ve toplumun dinî ve ahlâkî hayatının bozulması, kirlenmesi ve değişmesi tehlikesidir. Fesat ise din birliğine dayalı dayanışma düzeninin değişmesi, sosyal düzenin bozulması, asayişin sarsılması, hatta iç karışıklıkların çıkmasıdır. (Enfal, 8/73) Unutmayalım ki; " Bir insan, kardeşine yardım ettiği sürece Allah da ona yardım eder...” (Müslim, Zikir, 38); sadakanın en üstünü Ramazan ayında verilendir. (Tirmizî, Zekât, 28) 


İsmail ÇAMUROĞLU
Samsun İl Müftülüğü Uzman Vaiz