"Amacımız, matematik seferberliği projesi
kapsamında
çocuklarımızın gerçek yaşamla ilgili
kesitler sergilemesi ve
bu noktada yaşayarak
öğrenmelerini desteklemek" ...
Samsun İl Milli Eğitim Müdürü
Dr. Murat Ağar, bu sözleri;
okul öncesi kurumlarda
eğitim gören çocukların
gerçek bir beceri
olarak pazar yerinde
satış yapmaları
etkinliğinde
kullandı...
Bu haberi okuduğumda,
hafızam beni
çocukluk yıllarıma
sürükledi...
Bizim kuşak,
zengin-fakir
demeden
çocuk yaşlarda
hem hayatı öğrenmek
hem de
kötü alışkanlıklardan
uzak durmak için
çalıştırılırdı...
Kimi anne-babanın
kimi de
yakın akraba,
arkadaş veya tanıdıkların
iş yerine
çocuklarını
emanet ederdi...
"Çalışmak"
derken,
ya çay-kahve
söylerdik
ya dükkanın kapısını
süpürürdük
ya masaların tozunu alır
ya da bakkala ve fırına
gönderilirdik...
Ben ilkokul 4. sınıfta, rahmetli
halamın oğlunun lokantasında
çeşmeden sürahiye su doldurarak
masalara koyardım...
Bir de belli yerlere
döner siparişlerini
götürürdüm...
Pilav-üstü döner o zaman 175 kuruştu. Boş tabağı almaya gittiğimde
2.5 lira veren müşteri,
"Üstü kalsın" derdi. Çok iyi paraydı. O esnaf, babamın arkadaşıydı. Beni teşvik ediyordu aslında...
Bu yaşlarda çalışan sadece ben değildim...
Bütün arkadaşlarım
öyleydi...
Varlıklı ailelerin çocukları
olmasına rağmen
hayatı öğrenmek için
çalışırlardı...
Kimi babasının dükkanında,
kimi akrabasının yanındaydı;
kimileri de
kendi işini kurmuştu...
Yani, bol bol saman
gofretlerin
çıktığı
"Şans-kader-talih-kısmet"
kazıttırıp,
para kazanırlardı...
En büyük ikramiye ise "Dandik" çikolataydı...
Bunun bile bir raconu vardı...
Hiçbiri, bir başkasının satış yaptığı cadde ve sokağa
girmezdi...
Dondurma, simit, gazete ve limon da
satmıştık...
Lisede de kestane...
"Ticaret"
benim işim değildi...
Gün boyu kestane satardım ama
sabah kömür parasını rahmetli annemden alırdım...
"Nasıl olur?" demeyin...
Mahallenin çocukları, gözümün içine bakardı...
Fakir fukara da öyle...
Biz, "Göz hakkı"nı; çocukken öğrenmiştik...
Böyle olunca da
para kazanmak mümkün müydü?..
Liseden mezun olduktan sonra;
ortaokulda rahmetli babamın sahibi olduğu ve abonelere dağıtımını yaptığım günlük çıkan Esnafın Sesi
gazetesi, ardından da
Ordu Havadis gazetesinin
Sorumlu Yazıişleri Müdürü olmuştum...
Oysa 21 yaşını doldurmam gerekirdi ama
kimse de sormadı...
O günden bugüne
gazetecilikten başka
hiçbir işim olmadı...
Amacım, kendimi anlatmak değil...
Bizim kuşaktan
hemen hemen herkes
aynı süreci yaşamıştı...
Bizler hayatı;
onun içinde yaşayarak öğrenmiştik...
Biz o yüzden başarılıydık,
o yüzden cesaretliydik ve o yüzden farklıydık...
Şimdilerde
ise
birçok anne-baba,
çocuklarını bırakın çalıştırmayı,
ekmek almak için bakkala-fırına gönderemiyor...
En kötüsü ise
çocukların;
gerçek hayatla ilişkilerini kesip, gün boyu bilgisayarın başında
sanal alemde vakit geçirmeleriydi...
Oysa hayat başkaydı...
O çocuklar büyüdüğünde,
gerçek hayatın
sanal alemdeki gibi olmadığını
görüyordu ama
iş işten geçiyordu...
Sıkıntıların çoğu da bu yüzden değil mi?..
Uzatmayalım...
Milli Eğitim Bakanlığının
bu projesi, yeterli olmayabilir ama
bir yerlerden
başlayıp;
çocuklarımızı
hayata hazırlamak
gerekiyor...
Yoksa,
"Puşt zulası"nda bekleyen
acımasız eller;
çocuklara uzanarak,
hem onların hem de anne-babaların hayatını
karartıyor...
Çocukları hayatla buluşturan
projeler üretip,
onları kazanamazsak;
"Yarın" çok geç olabilir!..