Çıkarları uğruna
kafalarında
besledikleri
kurnazlık
timsali
tilkilerin
kuyruğunu
birbirine değdirmemek için
çaba gösterenler;
aslında gülünç
duruma düştüklerinin
farkında ama
"Omurga"
ile birlikte
"Utanma"
duygusu da
kaybolunca,
yüzsüzlüğü
marifet
olarak
görüyorlar...
Toplum değerlerini
yok eden
böyle tipleri
önemseyenler de
bu omurgasızlıkta,
"Çanak yalayıcı"
pozisyonunda...
İnsanlar;
işleri güçleri,
"Yıkım" hesabı yapmak
olan bu tipleri
iyi tanıyor...
Çünkü, fesatlıkla beslenen
o tilkilerin
kuyruğu,
günün birinde birbirine değiyor...
O zaman hesapların da üstünde
bir hesabın olduğu akıllarına
geliyor ama
iş işten geçiyor...
Lafı uzatmayalım da
yazarı bilinmeyen
bu öyküyle
o hesapların
nasıl altüst olduğunu
anlatalım...
* * *
Genç adam, antika merakı nedeniyle Anadolu’nun en ıssız köşelerini dolaşıyor ve gözüne kestirdiği antikaları yok pahasına satın alarak, geçimini sağlıyordu.
Kış kıyamet demeden sürdürdüğü yolculuklar sırasında başına gelmeyen kalmamış gibiydi. Fakat bu seferki yolculuk, hepsinden farklı görünüyordu. Yolları kapatan kar yüzünden arabasını terk etmiş ve yoğun tipi altında donmak üzereyken, yaşlı bir adam tarafından bulunup, kulübüye davet edilmişti.
Yaşlı adam, antikacının yürümesine yardım ederken, “Günlerdir hastaydım, odun kesmek için ilk kez dışarıya çıktım. Meğer seni bulmak için iyileşmişim” dedi.
Diz boyu karla boğuşup kulübeye geldiklerinde, antikacının beyaz göre göre donuklaşan gözleri, fal taşı gibi açıldı. Odanın orta yerindeki kuzunenin çevresini saran iskemleler, onun şimdiye dek gördüğü en güzel antikalardı. Saatlerdir kar içinde kalan vücudu bir anda ısınmış, buzları bir türlü çözülmeyen patlıcan moru suratını ise ateşler kaplamıştı.
Yaşlı adam, konuğunu yatırmak için acele ediyordu. Ona birkaç lokma bir şeyler ikram edip,
sedirdeki yatağını hazırlarken “Bugün soba yakamadım evladım; ama bu yorganlar seni ısıtır” dedi.
Ev sahibi, yıllar önce ölen eşiyle paylaştıkları odaya geçerken, antikacı da tiftikten örülen battaniyelerin arasına gömüldü. Ancak, tüm yorgunluğuna karşın uyuyamıyordu. Ertesi gün gitmeden önce ne yapıp edip o iskemleleri almalı, bunun için de iyi bir senaryo uydurmalıydı. Örneğin, yaşamını kurtarmasına karşılık yaşlı adama birkaç koltuk satın alabilir ve eskimiş olduğu bahanesiyle dışarıya çıkardığı iskemleleri, çaktırmadan minibüsün arkasına atabilirdi. Hatta onları kaptığı gibi kaçmak bile olanaklıydı. Yürümeye bile hali olmayan yaşlı adam, onun peşinden mi koşacaktı sanki?
Genç adam, kafasındaki fikirleri olgunlaştırmaya çalışırken, dalıp dalıp gidiyor ve rüzgarın sesiyle uyandığı zamanlar, kaldığı yerden devam ediyordu. Bu arada, yaşlı adamın sabah namazına kalktığını fark etmiş hatta hayal meyal olsa bile odun parçaladığını duymuştu. Gözlerini açtığında, onun kuzine üzerinde çorba pişirdiğini gördü. Yattığı yerden başına gelenleri düşünürken, iskemleleri anımsadı, hafifçe doğrulup çevresine baktı. İskemlelerin hiçbiri ortada yoktu.
Yaşlı adam, akşamki planını hissetmiş ve belki de uykudaki konuşmasını duyarak onları emin bir yere kaldırmıştı.
Sakin görünmeye çalışarak “İliğim, kemiğim ısındı. Çorbanız da ne güzel koktu doğrusu. Ama akşamki iskemleleri göremiyorum” dedi.
Yaşlı adam, odanın köşesine yığdığı iskemle parçalarından birini daha sobaya atarken, “İskemle dediğin dünya malı evladım. Biz konuğumuzu üşütür müyüz?” dedi.
* * *
Bugününüz dünden daha iyi olsun. Sağlıklı ve huzurlu günler dileğiyle...