Siyaset, demokrasinin köklerini besleyip birey-toplum alanını genişletirken, bürokrasi, suyun akışını kendine çeviren unsurlarla tekliği- otokrasiyi getiriyor.

   Ülke işlerini iki şekilde yürütebilmek mümkün. 
   Devlet bürokrasisinin, kendine has, katılaşmış, zorlayıcı tutumu yoluyla.
  Ya da siyasetin,  toplumun bugün ve yarınki gereksimleriyle şekillenen uyumlu tutumuyla.
   Zaten ikincisine, demokrasi diyoruz.
   Ancak, birincisiyle yönetmenin peşine düşmüşüz. 

   Burada en büyük engel; “Siyasetin devlet işi olması.”
   Bu yüzden onu yapanlar, siyasetçi olmaktan çok, bürokrat. 

   Eğer iktidardalarsa, otokrat.

   Muhafazakar, liberal, demokrat, sosyal demokrat,  siyaset yelpazesinin  neredeyse tamamına bakınca, tablo çok değişmiyor.

   Partilerin kadroları, siyasi olmaktan ziyade, bürokratik. 

   Toplumsallaşamayan ve giderek devlet bürokrasisine yakınlaşan, sancılı “sol” siyaset de buna dahil.

   Tüm hesap kitap, devlet işi olarak görülüyor. Bunun içinde, birey-halk, seçim sathı-mahalli dışında neredeyse hiç yok, umursanmıyor. 

   Bölgesel, küresel, ekonomik ve güvenlik gerekçeleri de,  bu sistemin kaynağı tükenmez yakıtı.  
   Daha acısı, buna alışmış, kanıksamış sessiz kitlelerin gün ve gün çoğalıyor olması. “Bu onların kabahati, demeye dilim varmıyor ama kabahatin çoğu da, bizlerin canım kardeşlerim!”

   Konuyu  içinde yaşadığımız kente indirgeyerek bir örneklem yapalım. 

   Samsun Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Mustafa Demir, halktan aldığı yetkiyi “neye, nasıl” kullanacağını unutmuş görünüyor. 
   Halbuki, bir siyasetçi olarak seçim öncesi yarattığı izlenim (Genelde siyaset yapanlarda olduğu üzere) kente ve orada yaşayanlara, nitelikli, daha iyi bir kent yaşamı sunacağıydı. Ya da en azından ben böyle olması gerektiğini düşünüyorum. 

Pekii, seçildikten sonra ne oldu?   

   Samsun, düzensiz,  bakımsız, sağlıksız, her yağmurda ortalığı sel götüren,  kişiliğini giderek kaybeden ruh haliyle, karmaşa bir kente dönüştü.
   Kamu alanları satılmaya başlandı, tarım arazilerinin üzeri betonla kaplanıyor. Ve anlaşılan, bu böyle devam edecek. 
   Kurupelit’te  İtfaiyenin bulunduğu  alan, bugün gündemimizde olanların sadece biri.

   Sayın Mustafa Demir, yaptığı şeylerin  kente zarar verdiğinin farkında değil mi, olanı biteni görmüyor mu?

   Tabiki görüyor, ama bizim gibi algılamıyor. 
   Çünkü o, artık siyasetçi değil, bir bürokrat.

   Dolayısıyla, “Kent Hakkını” hiçe sayabiliyor.
   Geleceğe bırakmamız gereken “Ortak Mirasları”, pervasızca heba edebiliyor.
   “Mahkeme kararlarını” bile dinlemiyor.
   Çünkü o artık,  yerel bir otokrat!
   Harikulade bir kentin, güzelliklerle yad edilebilecek belediye başkanı olmak dururken, perişan ettiği Samsun’un felaketi olmaktan kurtulamayan bir otokrat!

   Siyasal partilerde siyaset yapıldığı yanılgısını izah etmeye çalışırken farkında vardığım bir şey oldu. 
   Siyaset yapma işi topluma terk edilmiş, yaparlarsa!
   Ekseriya, siyasete ilişmekten ürken,  kaçınan, korkan bir toplum için bu durum oldukça ironik. 
   Peki, toplumun bundan haberi var mı?
   Yok!
   Nitekim, neredeyse topyekün, sorunlara ilişkin  bir kurtarıcı beklenmesi, olmayınca da yaşanan duygusal kopuşlar, savruluşlar bu yüzden.
   Otokratik anlayışın başına buyruk icraatlarını hizaya getirebilecek,  öncelikle toplumun hak, talep ve ihtiyaçlarına hizmet etmek üzere şekillendirebilecek, bir biz kalmışız. 
    Biz derken, seksen beş milyonun el ele demokrasiye, hayata dönüşünü kastediyorum. 
     Olur mu?
     Olur ya da olmaz.
     Nihayetinde, istesek de istemesek de, iş bize kalmış, canım kardeşlerim!
     Haberiniz olsun!