İslam, insanın dünya ve ahiret mutluluğuna ulaşmasını hedefler. Bu hedef doğrultusunda dinimizde, insanın yaşamıyla ilgili her alan da Yüce Rabbimiz tarafından helal ve haramlar belirlenmiştir. Bu helal ve haramlar Rabbimiz tarafından belirlendiği için  insanın fıtratına uygunluk arz etmektedir. Sonuçta, Yaratan yarattığını en iyi bilendir ve bizim de nasıl mutlu olabileceğimizi bizden daha iyi Yüce Rabbimiz bilmektedir.
Bazı insanlar her şeyin haram olduğunu, dini yaşamanın zor olduğunu iddia ederek helal-haram sınırlarına riayet etmek istemez. Heva ve hevesleri doğrultusunda yaşamanın verdiği kısa süreli mutluluğa kapılıp kendini farkında olmadan uzun vadede felakete sürükler. Esasında Rabbimiz fıtrata yani insan yapısına uygun bir hayat programı gönderdiği için İslam’ ı yaşamak insanüstü bir şey değil, normal bir şeydir. Ayet-i celile de Allah-u Teala: “Peygamber onlara iyiliği emreder ve onları kötülükten meneder; yine onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar.” (Araf, 7/157) ve “Sizi O seçti ve size din konusunda hiçbir güçlük yüklemedi”(Hac, 22/78) ; buyurmak suretiyle Allah tarafından getirilen kuralların insanın yaşantısını güzele ulaştıran ve yapısına uygun emirler olduğunu bildirmektedir. 
 Öte yandan kuralların olmadığı her ortamda kaos olması kaçınılmazdır. Örneğin, trafiğe çıktığımızda hiçbir trafik kuralı olmasaydı, muhakkak kaza olurdu. İnsanın da bu hayat yolculuğunu helal-haram kurallarına uymadan devam ettirmesi hak ihlallerine, mutsuzluklara, sıkıntılara sebebiyet verecektir. İnsanın bu hayatta helal-haram bilinci olmadan yaşamak istemesi aynı zamanda Rabbine karşı da bir nankörlüktür. Bu kadar nimeti lütfeden, bu dünyada bize yaşama imkanı sunan ve bizi en şerefli varlık olan insan olarak yaratan Rabbimize karşı şükrümüzü eda etmemizin yolu, hiç şüphesiz ki O’nun emirleri doğrultusunda yaşamaktır. Allah-u Teala: “Ey iman edenler! Size verdiğimiz rızıkların temiz ve helâl olanlarından yiyin! Eğer yalnız Allah’a kulluk ediyorsanız O’na şükredin!” (Bakara, 2/172) ayetinde bu gerçeğe işaret etmektedir. 
Kişinin helal-haram bilinci ile yaşaması dualarının kabulüne de vesiledir. Duası makbul bir kişi olmak isteyen Sa’d b. Ebû Vakkâs’ a Efendimiz (s.a.s) ‘ in  “ Yediklerinin helal olmasına dikkat et ki, duaların kabul olsun” (Taberâni, el- Mu’cemü’l-evsat, VI, 310) tavsiyesinde bulunduğu nakledilmektedir. Yine bir başka rivayette Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurmaktadır: “Bir kimse Allah yolunda uzun seferler yapar. Saçı başı dağınık, toza toprağa bulanmış vaziyette ellerini gökyüzüne açarak ‘Ya Rabbi! Ya Rabbi!’ diye dua eder. Hâlbuki onun yediği haram, içtiği haram, gıdası haramdır. Böyle birinin duası nasıl kabul edilir!”(Müslim, Zekât 65)
Helal ve haramlara dikkat edilmek suretiyle hem dinin ilkesine sadık kalınmakta, hem de can ve mal güveliğini elde edilerek, nesiller muhafaza edilerek, haksızlıkların engellendiği bir hayata sahip olunmuş olunmaktadır. Böylelikle helal haram bilinci, dünya ve ahiret saadetini elde etmenin yegâne  yolu olmaktadır. Helal haram bilincine sahip olan Müslüman Allah’a hesap vereceğini düşünerek Allah’tan korkup sakınan kişidir. Allah korkusu olmayan insanın helal haram sınırlarına riayet ederek ahlaklı davranması pek mümkün olamaz. Nitekim milli şairimiz  Mehmet Akif Ersoy, şu  dizelerde bu gerçeği gayet veciz bir şekilde dile getirmektedir: 
Ne irfandır veren ahlâka yükseklik, ne vicdandır;
Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır.
Yüreklerden çekilmiş farz edilsin havfi Yezdân’ın
Ne irfanın kalır tesiri katiyen, ne vicdanın.
                                                                                                                 Emine Gündüz
Uzman Vaiz