CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu, "Türkiye, Davutoğlu'nun o yayı gerdiği gibi gergin durumda. Davutoğlu'nun attığı ok, insan haklarına, demokrasiye, yaşam hakkına atılan oktur" dedi.
Tanrıkulu, parlamentoda düzenlediği basın toplantısında 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Gününü kutladı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, "Bir ülkede basın ne kadar özgürse o ülkenin demokrasisinin de o kadar güçlü olduğunu" söylediğini belirten Tanrıkulu, bunun, herkesin ortak şekilde kabul edeceği bir cümle olduğunu ifade etti. Tanrıkulu, ancak tablonun, Türkiye'nin demokrasisinin yerlerde süründüğünü gösterdiğini ileri sürdü.

Tanrıkulu, 2015'te 774 gazetecinin işten çıkarıldığını, adli makamlar tarafından 484 işlem yapıldığını, 200 basın mensubu ve 7 yayın kuruluşunun soruşturmaya tabi tutulduğunu, 156 gazetecinin gözaltına alındığını, 238 gazeteci için dava açıldığını, en az 32 gazetecinin tutuklu olduğunu anlattı. Tanrıkulu, bu iktidar döneminde Türkiye'de demokrasinin iflas ettiğini, yerlerde süründüğünü savundu.

"İNSAN HAKLARI ORTAMINA HİZMET ETSİN"



Sokağa çıkma yasaklarının devam ettiğini, AİHM'nin, bugün ya da yarın tedbir konusunda karar vereceğini anımsatan Tanrıkulu, bu kararın insan hakları ortamına hizmet vermesini temenni etti.
Tanrıkulu, her gün kadın, çocuk ölümlerine tanık olduklarını, Sur, Cizre ve Silopi'de son bir ayda 24'ü kadın olmak üzere 70 kişinin öldürüldüğünü iddia etti. Tanrıkulu, Davutoğlu'nun, "sivil ölüm olmadığını" söylediğini ifade ederek, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Davutoğlu'nda bilim adamı etiği varsa nasıl öldükleri konusunda açıklama yapar. Afyonkarahisar'da okun etrafına geçip, güç gösterisinde bulunup, bir gözünü kısıp hedefi vurduğu imajı yaratmanın, algı operasyonlarının, bu ölümlerle alakası yok. Bu ölümleri örtmüyor. Türkiye, o yayı gerdiği gibi gergin durumda. Attığı ok, insan haklarına, demokrasiye, yaşam hakkına atılan oktur. Türkiye, gerdiği o yay gibi gerilmiş durumda. Ok hedefi vurdu mu, karavana mı attı bilmiyoruz. Sayın Başbakan'ın, sadece gözü kısık bir pozu vardı."



Tanrıkulu, bu dönem içinde Cizre'de 14, Silopi'de 8, Sur'da 3 kadının, 58 çocuğun yaşamını yitirdiğini öne sürerek, bir yılda Filistin'de ölen çocuk sayısından daha fazla kayıp olduğunu söyledi.
Halen sokaklarda ölülerin olduğunu, cenazelere saygı gösterilmeyen ortama gelindiğini ifade eden Tanrıkulu, savaş, çatışma, nefret dili kullanıldığını, bunun her ortama yansıdığını belirtti.
Tanrıkulu, Tahir Elçi soruşturmasını yakından izlediğini anlatarak, başka bir faili meçhul dosyayla karşı karşıya olduklarını savundu. Tanrıkulu, aradan 44 gün geçmesine rağmen soruşturma dosyasında şüpheli sıfatıyla tek bir kişinin dahi ifadesinin alınmadığını iddia etti. Tanrıkulu, Türkan Elçi'nin, olay yerindeki bütün polislerden şikayetçi olduğunu, ancak ifadelerinin alınmadığını, olay yeri incelemesinin yapılamadığını ileri sürdü.

Ölümlerde hükümetin sorumluluğu bulunduğunu iddia eden Tanrıkulu, kamu görevlilerine, "Kanunsuz emirleri yerine getirmeyin. Yarın öbür gün kimse sahip çıkmaz, yargılanırsınız" diye seslendi. Tanrıkulu, hükümetin yaptığının, görevi kötüye kullanma, taksirli adam öldürme boyutunu aştığını, insanlığa karşı suç boyutunda olduğunu ileri sürerek, bir gün ulusal, uluslararası yargı önünde bunun hesabının verileceğini söyledi.

"BERABER ÜZÜLMEYİ, BERABER SEVİNMEYİ ZORLAŞTIRIYOR"



Şov programına telefonla bağlanan bir kadının, "Çocuklar, kadınlar, insanlar ölmesin. Sokağa çıkma yasakları olmasın" dediğini anımsatan Tanrıkulu, daha sonra ülkede kıyametin koptuğunu, kadının 7 sülalesinin araştırıldığını, haberi yapan kanalın savunmaya geçtiğini, özür meselesini devreye sokmaya çalıştığını, savcılığın soruşturma başlattığını anlattı.

Tanrıkulu, bu nefret dilinin nasıl izah edileceğini sorarak, şunları kaydetti:

"Bu şovu izleyenlerin bir şeyden haberdar olmasından korkuluyor. Bu kişinin söylediklerini, herkes, her yerde söylüyor. Derin devlet zihniyeti ve hükümeti, bilgilenme hakkından uzak olan, bu şovları izleyen kitlenin, bu ölümlerden, ağır insan hakları ihlalleri tablosundan haberdar olması meselesi ürkütmüştür. Türkiye, beraber yaşamaktan uzaklaşıyor. Linç kültürü başlatan soruşturmalar bir arada yaşamayı, aynı acılara beraber üzülmeyi, aynı sevinçlere beraber sevinmeyi zorlaştırıyor."