Adını bile anmak istemediğim
çiftin,
yargılanma süreci
başlamadan
önce
sosyal medyada yaptıkları
iğrenç
paylaşımların,
cezaevine girmelerinden
sonra
gündemden düşürülmeyen
yaşamları ve tahliye
edilmelerinin ardından
ortaya koydukları
değerleri "Aşağılayıcı"
davranışların
toplumda yarattığı
etki;
öfke sağnağına
dönüşmüş durumda...
Olaylar zincirinin
bu noktaya gelmesinde
herkesin bir payı var...
Medyadan başlayalım...
Böylesine görgüsüzlükleri
haberleştirerek,
kolaycılığa meyilli
hale getirilen
gençleri;
kirli para tezgahları için
özendirmenin,
sorumlu gazeteciliğin
kitabında
yeri yok!..
Bu işin bir de siyaseti ilgilendiren tarafı söz konusu...
Böylesi kişilerle oluşacak ilişkiler, siyaset kurumuna zarar verir; güveni hepten yok eder.
Siyasetçilerin özellikle de iktidardakilerin, buna dikkat etmeleri gerekir...
Hırsızın uğursuzun
bu denli özendirilerek
gündeme getirilmesi,
toplumda
çürümüşlüğe
giden yolun taşlarını
tek tek döşemekten başka bir şey değildir!..
Bu nedenle çuvaldızı önce kendimize
batırdım...
Sırada hukukçular var...
Yargı kararını eleştirmiyorum...
Bir hata varsa, o işi
çözecek olan yine yargı
içindeki sistemdir...
Bugün serbest kalırlar,
yarın hapse atılırlar...
Mesele bu değil!..
Mesele, tahliye olmalarından sonra
adeta yargıyla
alay edercesine
şımarıklık içinde
ortaya koydukları
tavırdır...
Bundan böyle, cezaevlerinden
çıkışlarda
davullu-zurnalı
görüntüler yaşanırsa
şaşırmam!..
Hele de eşinin tahliyesinden
sonra
o malum
kadının, lüks araçların önünde
"Anahtar"la ilgili muhabbeti ise
hepsinden daha acı bir meseledir...
Çünkü, o kadının el konulmayan
lüks araçlardan Ferari'yi
göstererek, "Tozlanmışlar" ifadesinin
anlamı, devletle alay etmekten
başka bir şey değildir...
El konulan yüzlerce milyonlarca liralık
araçlara
rağmen
"Ne oldu bak. Bizim lüks otomobillere
el koyup,
polis otosu yaptınız. Bir de sergilediniz. Bizde hala lüks otomobiller var"
demek,
bu süreci
yürütenlere
adeta meydan okumaktır...
Temel değerleriyle
hala dimdik ayakta olan devlet,
bu tavrı bir kenara yazmıştır, herhalde...
Devam edelim...
Bu yaşanan
ahlaksızlık
zincirinde;
sadece bu malum çift suçlu değil, elbette...
Ne demiştik?..
Rahmetli Erbakan'ın deyimiyle "Bir kısım medya"
bu çiftin yaptıklarını
utanmazlık,
manşetleriyle
kurgulamış olsaydı;
"Enerjililer"
bırakın sosyal medyada iğrenç
paylaşımlar yapmayı,
sokağa bile çıkabilir miydi?..
Bazı hukukçular
masum mu sanki?..
Gereken tepkiler
gösterilebilseydi,
yargının
yıpratılmasına yönelik
böylesine paylaşımlar,
yapılabilir miydi?..
Ya tahliye sonrası
bu çiftin artan
takipçi sayısına
ne demeli?..
Bu, tepkisizlikler
toplumsal çürümüşlüğü
ortaya koymuyor mu?..
Bugün yaşanan
sıkıntılar da
bir gün biter
ama
toplumda "Ahlak" kayboldu mu
bir daha geri gelir mi?..
Aynen öyküde olduğu gibi...
* * *
Ateş, su, ve ahlâk
arkadaş olmuşlar.
Başlamışlar kendilerini
anlatmaya...
Önce ateş başlamış
söze...
'Ben aşığımdır kimi zaman karanlıklarda, kimi zaman soğuklarda ısınmaya sebebim. Kimi zaman güneşim, kimi zaman bir kor parçasıyım yakarım hoşuma gitmediğinde önüme ne gelirse. Çok iyiyimdir. Benden çok kere istifade edilebilir' der ve ekler:
'Fakat bir sinirlenirsem yakarım etrafımda ne varsa. Kimi zaman yangın olurum ansızın yakalarım; en boş anlarda' der ve sözünü
"Onun için benimle aranızı iyi tutun" diye tamamlar.
Söz sırası sudadır. O da başlar kendini
anlatmaya...
"Ben, hayat kaynağıyımdır. Yokluğum çok kötüdür. Ben olmazsam yaşayamaz canlılar. Her hayatta ben varım. Benim olduğum yerde de hayat."
Su, bir başka yönünü
şöyle dile getirir:
"Bir kızarsam sel olurum. Bazen bir fırtınayla gelirim ne varsa yutarım. Onun için benimle aranızı iyi tutun."
Sıra ahlaka gelmiştir:
"Benim
hayat düzeninde yerim başkadır. Benim hiçbir kötülüğüm yoktur. Kimseyi de tehdit etmem."
Su, ateş ve ahlak
iyi bir dosttur artık...
Ancak ateşin bir endişesi vardır.
"Bu arkadaşlığı çok sevdim der. Hani olur da bir gün birbirimizi kaybedersek nasıl buluşacağız" diye
sorar...
Su, hemen cevaplar:
" Beni kaybederseniz bir yağmur gördüğünüzde kaçmayın yaklaşın ben orada olurum."
Ateş de
"Beni kaybederseniz, bir duman görürseniz, bir sıcaklık hissederseniz hemen gelin ben orada olurum" der.
Sıra ahlaktadır...
Ateş ve su onun cevabını merak etmektedir...
Ahlak, "Siz siz olun beni sakın kaybetmeyin" der.
Ateş ve su şaşkındır...
Ahlak, "Eğer beni bir defa kaybederseniz, bir daha bulmanız mümkün olmayabilir"
diye sözünü tamamlar...
* * *
Milli ve manevi değerleriyle
birlikte yaşama
vasfını
yüceltmek yerine,
ahlakı toplumdan
sökerek
sürükleyen
böylesine erozyonlar karşısında,
hep birlikte
"Dik
duruş"
sergileyemeyip;
iğrençliklere
prim vermeyi
sürdürürsek,
bizi bekleyen
akıbet,
"Yok" olmaktır!..
Bir anlamda,
savaşmadan kaybetmektir!..