Sosyal medyada
ürkütücü boyuta ulaşan
sahte belge,
kurgu videolar ve
mahremiyete
uzanan 
iddialar
karşısında, aklı başında olan
herkes tedirginlik
yaşıyor...
İddia sahibi,
ortaya koyduğu
bilgi ve belgeleri doğrulayacağı
yerde,
suçlanan
kişiden 
söz konusu
söylemlerin
ispat edilmesini istenmesi ilginç değil mi?..
Belgeler gerçekse
sözüm yok elbette...
Ancak, 
arşivlerden
çıkarılan
birtakım
videolar, gazete kupürleri ve
sosyal medya paylaşımları
ne kadar
doğru,
bilinmiyor...
Çünkü, geçmiş
dönemlerde
sahte belge,
gizli tanık
ve
kurgu iddianamelerle
hayatları karartılan
yüzlerce 
asker, polis, gazeteci,
bilim insanı ve
siyasetçinin
mağdur edildiğini görmedik mi?..
Sonunda
gerçekler ortaya çıkıyor
ama yıllarca çekilen acılar, sönen
ocaklar ve intiharlara
varan
olaylar unutulmuyor ki...
Geçmişte iftiraya uğrayan
insanların
"masum" oldukları
zaman içinde 
yargı kararlarıyla
anlaşılsa
bile
atılan çamurun 
izi kalmadı mı?..
Yalan ve iftiranın
"günah" olduğunu
bilmesi gereken
bir toplumun,
sosyal medya kirliliğiyle
ulaştığı
"yozlaşma"
karşısında,
ortaya çıkan bu 
tablo,
daha çok
namuslu insanları ürkütüyor...
Çünkü hırsızın, uğursuzun;
ne yazılırsa yazılsın,
hangi görüntü ortaya çıkarsa
çıksın
utanacak durumu
yok!..
"Sosyal medyaya yasak
getirilsin"

demiyorum ama
adeta bir silaha dönüşen
bu mecrada
masum insanlara
mitralyöz gibi ateş edilip,
canlarının yakılmasını
önlemek için
bir şeyler yapmak
gerekmez mi?..
En azından
bu yüzden açılan
hakaret davalarının
gecikmeden
bir an önce sonuçlandırılması
gibi...
Yoksa, hangi amaçla
yaparsa
yapsın
söz konusu   
"müfteriler"
cesaret bulur ve
işin içinden çıkmak da
zor olur!..
Bu ülkede asıl mesele;
her alandaki
namussuzlarla
namuslular arasındadır...
Tıpkı rahmetli Cemil Meriç'in
"Bu ülkede, sağcı-solcu yoktur,
namuslular ve namussuzlar vardır"

dediği gibi...