İnsan, sahip olduğu değerlerin büyüklüğünü kaybedince anlıyor... Hatta hiç beğenmediği ve her seferinde lanet okuduğu işini, selamı sabahı kesmek istediği insanları, evinin duvarında gürültü yapan çocukları... Yalnızlığın girdabında boğuşmak, kolay değil!.. O yüzden sahip olduklarımızın değerini bilmek gerek!.. Tıpkı bugünkü öyküde olduğu gibi... * * * "Sanki gelecek ay gökten para yağacak. Hem ev sahibim de zengin biri sayılmaz ki. Kimseden borç istemeye de yüzüm kalmadı. Bin lirayı da kiraya verince elde 2 bin lira kalacak. Bakkal artık beklemez, bin lira ona, geriye kalan bin lirayla da 4 hafta idare eder... Ya sonra?..” Adam evine geldiğini fark etti. İçeri girdi, sıkıntılarını olabildiğince ailesine yansıtmayan biriydi. Yüzündeki sıkıntılı ifadeyi zorla da olsa değiştirdi, güler yüzle içeri seslendi; — Kimse yok mu? Bu yorgun ve yaşlı adamı karşılayacak kimse yok mu?.. Hanımı koşarak geldi, ceketini aldı; —Kusura bakma bey, geldiğini duymadım. —Eh elimiz boş olunca yüzümüze bakılmıyor, ne yapalım. —Öyle deme bey. —Şaka yaptım canım şaka yaptım, hemen darılma... Elim dolu olsa da yüzüme bakılmıyor, diyecektim! Onun şakalarına alışmış olan karısı; bu kez ses çıkarmadı, sadece gülümsedi. —Yorgun görünüyorsun. —Biraz yorgunum hanım. —Acıkmışsındır, hemen yemeğini getireyim. —Hanım acıktım acıkmasına da zahmet olmazsa başka bir şey rica edeceğim. —Estağfurullah bey, buyur... —Ya sen de yorgunsundur ama ayaklarım çok ağrımış, bir leğene az bir su koysan, sana zahmet. —Tabi hemen getiriyorum. Adam eşofmanını giyip oturmuştu ki, hanımı bir leğen suyla girdi. Adam yorgun ayaklarını suya daldırmadan merakla sordu; — Benim tatlı kızım nerede bakayım, saklandı mı yaramaz? Anne başını önüne eğdi. —Ne oldu, bir şey mi var? Söylesene canım. —İçeride ağlıyor. —Ağlıyor mu, niye? —Ayakkabı istiyor. —Daha önce konuşmuştuk, alamayacağımı söylemiştim. Hem ayakkabısı eski değil ki? —Eskidiği için değil, arkadaşlarında gördüğü, yeni çıkan bir ayakkabıdan istiyor. —Hanım biliyorsun para durumunu… —Ben biliyorum da… —Bir daha konuşayım bakalım, benim kızım anlayışlıdır. Çağır gelsin. Kadın, kızını çağırdı, kalkmak istemeyen kızını, zor da olsa ikna etti, babasının yanına getirdi. Babası yanına oturttu. Olabildiğince onu kırmamaya çalışarak konuştu; —Kızım, seninle daha geçen akşam konuşmuştum. Ayakkabı alacak kadar paramız yok, hem ayağındakiler de eski değil. —Başkası nasıl alıyor? —Yavrum, onların durumu daha iyiyse alabilirler. Bizim şimdi iyi değil. Bekle belki birkaç ay sonra alabiliriz. —Bana ne arkadaşlarım aldı, ben de alacağım. Yine ağlamaya başlamıştı. —Ne kadarmış o ayakkabı fiyatını biliyor musun? —400 lira. —Kızım sana o ayakkabıyı alırsak elimizde para kalmıyor. Getir bakayım sen şimdi giydiğin ayakkabılarını. Kız hışımla getirdi, yere attı. Adam çocuğun saygısızlığını görmemezlikten geldi. Küçük çocuklar için böyle heveslerin ne derece önemli olduğunu biliyordu. Hele arkadaşlarından biri onu kıskandırdıysa, o küçük dünyasında tüm hayali o ayakkabı olmuştur, başka bir şey düşünemez bile, diye aklından geçirdi. Fakat adamın da yapacak bir şeyi yoktu. Çok uzun bir sessizlik oldu, adam kızını kırmadan nasıl çözüm bulacağını düşünüyordu. Hanımı ise kocasının, ayakkabıların yere atılışına sinirlendiğini düşünüp endişe ile bekliyordu. Adam umutsuzca kızına bir daha sordu; —Kızım, bu ayakkabılar hiç de eski görünmüyor, birkaç ay daha giysen. —Eski işte eski, giymem. Bunlar eski... Adamın içi içini yiyordu. Bir medet arar gibi hanımına baktı. Yıllardır sıkıntı içinde yaşayan ama eve her gelişinde güler yüzünü eksiltmeyen vefakâr karısı, yapacak bir şeyi olmadığını göstermek için, ellerini iki yana açtı. Adam birden ayağa kalktı, giyinmeye başladı. —Kızım madem benim, “ayakkabın eski değil” sözüme bakmıyorsun, giy ayakkabılarını dışarıda az önce gördüğüm bir çocuğa soracağız, sen soracaksın. Eğer sorduğun çocuk, bu ayakkabılar için, eski derse veya beğenmezse söz istediğin o ayakkabıları alacağım. Ayakkabı alınmasından tamamen ümitsiz olan kız, bunu duyunca heyecanlandı. Hemen hazırlandı. Baba- kız el ele sokağa çıktılar. Hiç konuşmadan birkaç sokak geçmişlerdi ki, babası az ilerideki köşeyi gösterdi; —Bak şu köşede oturan bir çocuk var, hemen hemen senin yaşlarında. Sor bakalım ayakkabıların güzel mi değil mi? Kız hevesle çocuğun yanına koştu ama durdu kaldı. Çocuğun şaşkın bakışları arasında birkaç saniye orada kaldıktan sonra ağlayarak, babasına doğru koştu, soramamıştı. Babası ağlayan kızını bırakıp, köşedeki çocuğun yanına gitti. Cebindeki bozuk paraları, çocuğun önündeki mendile bırakıp döndü. Çocuk, hâlâ ağlayarak uzaklaşan kıza bakıyordu, duvara yasladığı koltuk değneklerinin arasından... * * * Bugününüz dünden daha iyi olsun. Sağlıklı ve huzurlu günler dileğiyle...