Dil, insanın, tarih boyunca yaratıcısı tarafından kendisine bahşedilen en önemli nimetlerden biri olmuştur. ‘’Ona iki göz, bir dil, iki dudak vermedik mi? Ve ona (iyi ve kötü) iki yolu göstermedik mi?’’ diye buyuran Yüce Rabbimizin, bizi yaratmış olduğu diğer varlıklardan üstün tuttuğu noktalardan biri de bize konuşma yeteneğini vermesidir. İnsan sevgiyi, saygıyı, anlaşmayı, hakkını aramayı diliyle ifade ettiği gibi; geleneklerini ve kültürünü gelecek nesillere aktarmayı dil yoluyla gerçekleştirir. İnsan sadece baş dilini kullanmaz. İnsanın kendisini anlatan, anlaşılmasını sağlayan hal dilidir asıl. Onun harfleri, sesleri, kelimeleri yoktur ama algılandığında gönülde oluşan sevgisi-saygısı, sevinci-neşesi; ayıbı-utancı, acısı-ıstırabı daha güçlüdür baş dilinden. Baş dili kulağa hitap eder ilk önce. Bu sebeple insan bazen aldırış etmez ağızdan çıkan sözlere. Büyüklerimizin dediği gibi ‘’bir kulağından girer öteki kulağından çıkar’’ pervasızca. Hal dili ise direkt gönüle ulaşan ve çıkışı olmayan bir algılama durumudur ki; ya ayıp ve utançtan gönlü kırıp parçalar veya sevgi, saygı ve anlayışla yüreği kocaman hale getirip insanı kendisiyle ve toplumla barışık mutlu, huzurlu birey kılar. Bazen bir bakıştır hal dili, yapma dercesine, bazen bir tebessümdür hal dili, aferin deyip tasdiklercesine, bazen karşısındakini anlamak için empati kurmak, bazen de hal, tavır ve davranışlarımızla örnek rol model olmaktır. Ne olursa olsun en önemlisi, en güzel örnekliğin kişinin şahsında oluşan nebevî sünnettir hal dili. Nitekim ‘’ Oruç bir kalkandır. Oruçlu, saygısızlık yapmasın, kötü konuşmasın. Eğer biri kendisiyle dövüşmeye ve sövüşmeye kalkarsa (hal diliyle) ben oruçluyum desin.’’ diye buyuran Efendimiz (sav)in sünnetidir hal dili. Rahmeti, mağfireti, bereketi, kardeşliği ve özlemiyle bir Ramazan daha geldi. ‘’Nerede o eski Ramazanlar!’’ dediğinizi duyar gibiyim. Eski Ramazanlara olan özlemlerimizi, onların da yaşayıp tatması için hep baş diliyle anlattık çocuklarımıza, gençlerimize, gelecek nesillerimize. Halbuki büyüklerimiz bize baş diliyle mi anlatmışlardı tadını unutamadığımız Ramazanları. Tabi ki anlatırken anlamayı da bilmek gerekir hal dilini. Çünkü anlamadan konuşulan bir dil yoktur dünyanın hiçbir yerinde. Oruç tutamadığı halde oruçluların nefsi çekmesin diye açıktan yiyip içmemektir hal dilini anlamak. Ramazanda lokanta ve restoranların pencerelerine perde veya gazete çekmektir, orucu bozulduğu halde Ramazana hürmeten orucunu tamamlayıp iftar sofrasına oturmaktır, evine iftar pidesi götürürken bir tane de askıya bırakabilmektir, evde iftar için pişirilen yemekten yaşlı ve yoksul komşularına götürebilmektir, pandemi sebebiyle iftara davet edemese bile Ramazan paketleriyle yoksulların, fakirlerin yetimlerin, yaşlıların oruçlarının sevabı eksilmeksizin sevap alabilmektir, çocuklarımıza bayram elbisesi ve hediyesi aldığımızda yetim ve yoksul çocukları da unutmayıp onları sevindirebilmektir, bunları yaparken de gönül incitmeksizin ve sağ elinin verdiğini sol eli bilmeksizin yapabilmektir hal dilinden anlamak. Yüce Rabbimizin bize öğüt, şifa, hidayet ve rahmet olarak gönderdiği kitabını Ramazanda mukabeleyle en azından senede bir defa hatmederek okuyup anlamak, Yüce Yaratıcı katında kul ve eşit olduğumuzun farkına varmaktır hal diliyle konuşup küçüklere örnek olmak. Pandemi vesilesiyle evlerimizi mescit edercesine ailecek cemaatle teravih kılmak, hızını kesemediğimiz şu dünya hayatında en azından iftar sofrasında birlikte olup ailemize zaman ayırıp onlarla sohbet etmek, yanlarına gidemesek bile hastalarımızı ve büyüklerimizi arayıp hal hatır sorup dualarını almaktır hal diliyle konuşmak. Gelin bu Ramazan baş dilini bırakıp hal diliyle konuşup anlaşalım. Rabbim hepimizi hal dilini anlayan, konuşan ve birbirini incitmeden hal diliyle anlaşan kullarından eylesin. Hallerimizi anlayıp özlem duyduğumuz Ramazanları tekrardan yaşamak dileğiyle hayırlı Ramazanlar... Abdullah DEMİRCAN Canik İlçe Müftülüğü Uzman Vaiz