105 yıl önce, 23 Nisan 1920’de Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) açıldı.
Tüm milletin ve ülkenin temsilcisi olan TBMM, 29 Ekim 1923’te kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin müjdesiydi aynı zamanda. Meclis dışında  dağınık çalışmalar halinde olan devletin her türlü çalışması, 23 Nisan 1920’den itibaren TBMM’nin çatısı altında yasalar doğrultusunda sürdürüldü.
Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün işaret ettiği gibi 23 Nisan, Türk milli tarihinin başlangıcı ve yeni bir dönüm noktasıdır. 23 Nisan, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna atılan ilk adımdır. 23 Nisan, emperyalist devletlere karşı ayağa kalkan, direnen Türk halkının, Büyük Millet Meclisi’ni oluşturma konusunda gösterdiği duyarlılığı ifade eder.
Atatürk, 23 Nisan 1920’yi “ Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı” olarak ilan ederek, çocuklara armağan etmiştir. Dünyada ilk kez çocuklara bayram ilan edilmesinden ötürü ayrı bir anlamı vardır 23 Nisan’ın. 
Dünyada çocuklara armağan edilen tek bayramdır 23 Nisan. Büyük dahi Atatürk’ün çocuklara verdiği değerin anlamlı günüdür.
Her yıl artan çocuk gelinlerle, çocuk işçilerle, sokak çocukları ve diğer olumsuzluklardan ötürü Ulu Önder’in çocuklara verdiği değer, ağır darbe alıyor. Türkiye’nin en önemli sorunlarından biri de küçücük bedenleriyle, üretime ailelerine katkıda bulunan çocuk işçilerdir. Ülkemizin acı gerçeği, onarılamayan tedavi edilemeyen kanayan yarasıdır çocuk işçiliği...
Çeşitli platformlarda, ‘’Çocuk işçiliğine hayır’’ diye haykırılmasına, paneller yapılmasına, en önemlisi kağıt üstünde yasaklanmasına karşın, çocuk işçiliğinin her yıl katlanarak artması, iş cinayetlerine kurban gitmesi ürkütücü boyutlarda...
Yaşıtları ile sokaklarda oynaması, okullarda eğitim görmesi, çocukluğunu doyasıya yaşaması gereken çocuklar, o küçük bedenleriyle çoğu da ilkel koşullarda, aile bütçesine katkı sağlamak ya da iş öğrenebilmek amacıyla terinin son damlasına dek kayıt dışı çalışıyor.
Küçük bedenleriyle orantılı olmayan zor işlerin üstesinden gelmeye, ustasının övgüsünü kazanmaya çalışan, bu küçük emekçilerin birçoğu da yaşamın keyfini süremeden, geride derin bir acı bırakarak iş cinayetlerinde can veriyor.
Onca uyarılara, önlemlere, denetimlere, yaptırımlara rağmen, çocuk işçi sayısı dünyada olduğu gibi ülkemizde de önü alınamaz şekilde yaygınlaşıyor...
TÜİK’e göre 2024’te Türkiye nüfusunun yüzde 25.5’ini 0-17 yaş grubundaki çocuklar oluşturuyor. Kayıtlı toplam çocuk işçi sayısı, 1 milyon 474 bine ulaştı. Kayıt dışı çalıştırılan çocuklar ile birlikte Türkiye’de 3.5 milyona yakın çocuk işçi bulunuyor. Dört çocuktan biri yasal olmamasına karşın çalışıyor. Okul sıralarında olması gereken 3.5 milyon çocuk işçi, aile bütçesine katkıda bulunmak için minik bedenleri ile ter akıtıyor. Yüzlercesi iş cinayetlerine kurban gidiyor...    
Çocuk işçiliği yoğun olarak yaz mevsiminde tarım ve inşaat sektöründe kendini gösteriyor. Çocuk işçiliğinde en fazla ölümler, yine yaz mevsiminde meydana geliyor.
Çocuk işçiler, harçlığını çıkarabilmek, aile bütçesine katkıda bulunmak amacıyla, daha çok oto tamiri, kaporta, berber çırağı, inşaat, depo, esnafın yanında yardımcı, madenlerde çok düşük yevmiye ile yerin yüzlerce metre altında köle gibi çalışıyor...
Çocuk işçiliği, Türkiye’nin kanayan yarası. Bu yara büyüyerek, toplumsal sorun haline geldi. Çocukların yeri tezgah, oto tamirhanesi, tarım alanları, yer altı madenleri değil, özgürlüğünü yaşayabileceği sokak, bilgili, donanımlı birey olmayı sağlayan okullardır... 
Her yıl ‘’ Dünya Çocuk İşçiliğiyle Mücadele Günü’’nde toplantılar yapılıyor, kalıplaşmış sözler dile getiriliyor, çocukların yerinin okul ve sokaklar olduğu ifade ediliyor. Ama değişen bir şey yok. Çocuk işçiliği acımasızca her yerde yüzünü gösteriyor. Önemli olan zihniyet değişikliği ve çocuk işçiliğini önlemeye yönelik kararlı iradenin gösterilmesi. Ne yazık ki bu irade de yok...