Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB) Genel Başkanı Şemsi Bayraktar, erozyonun herkese emanet olan toprağın kaybına yol açarak geleceği yok ettiğini bildirerek, “Topraklarımızın yüzde 90’ında görülen erozyon nedeniyle yılda 1,4 miyar ton toprak kaybediyoruz” dedi.

Bayraktar, Erozyonla Mücadele Haftası dolayısıyla yaptığı açıklamada, erozyonun üzerindeki bitki örtüsünün yok edilmesi sonucu toprağın bir yerden başka bir yere su, rüzgar, buzul ve benzeri sebepler yüzünden aşınıp taşınması ve birikmesi olayı olduğunu, insanoğlunun tabiatın dengesini bozarak toprak üzerinde yarattığı tahribatın erozyonun şiddetini ve hızını artırdığını belirtti. Worldwatch Institute (Dünya İzleme Enstitüsü) açıklamalarına göre her sene dünya genelinde 24 milyar ton toprak kaybı yaşandığını, bu miktarın 25 santimetre kalınlığında 6 milyon hektar tarım arazisine eşit olduğunu bildiren Bayraktar, şunları kaydetti:

“Dünyada son 20 yıl içinde ABD’deki bütün ekili alanları kaplayacak kadar 25 santimetre kalındığındaki toprak kaybolmuş. Zaten küresel ısınmaya maruz kalan dünyamızda, erozyon sebebiyle aralarında ülkemizin de bulunduğu 110 ülke çölleşme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Coğrafi konumu, topografya, iklim özellikleri ve jeolojik yapısı bakımından ülkemiz de şiddetli erozyonun yaşandığı ülkeler arasındadır. Toplam arazi varlığımızın yüzde 55’ini bin metreden yüksek alanlar, yüzde 10’luk kesimini 2 bin metreden yüksek alanlar oluşturmaktadır. 0-250 metre aralığındaki alanlarımız ise sadece yüzde 10 düzeyindedir. Bundan dolayı orman ve mera alanlarının tahribatı toprak kaybında hesaplanamayacak sonuçlar doğurabilir.”

“TOPRAKLARIMIZIN YÜZDE 63’Ü ŞİDDETLİ VE ÇOK ŞİDDETLİ EROZYONDAN ETKİLENİYOR”

Türkiye topraklarının yüzde 90'ında, yani 67 milyon hektarlık alanda çeşitli şiddetlerde erozyon görüldüğünü ifade eden Bayraktar, şöyle devam etti:

“Topraklarımızın yüzde 63’ü şiddetli ve çok şiddetli, yüzde 20’si orta ve yüzde 7’sinde ise hafif derecede erozyondan etkileniyor. Topraklarımızın yüzde 90’ında görülen erozyon nedeniyle yılda 1,4 miyar ton toprak kaybediyoruz. Bu kadar toprak, su ve rüzgar etkisiyle taşınmaktadır. İşlenen tarım alanlarının yüzde 59’u, çayır-mera alanlarının yüzde 64’ü ve orman-maki alanlarının ise yüzde 54’ü çeşitli derecelerde erozyona maruz kalmaktadır. Öte yandan yağışlarla toprak bünyesine girmesi gereken yılda Atatürk Barajı’ndaki su miktarından fazla 50 milyar metreküplük su, arazi üzerinde bitki örtüsünün olmaması ya da tahribatı sebebiyle toprakta tutulamıyor, yüzey sularına karışarak deniz ve göllere akıyor. Kaybedilen su miktarı, dünyanın en büyük barajlarından biri olan Atatürk Barajı’nda tutulan su miktarından fazladır.”

“BUĞDAY ÜRETİLEBİLECEK DERİNLİKTE TOPRAK 20-25 BİN YILDA OLUŞUYOR”

Türkiye'de akarsularla birlikte birim alandan taşınan toprak miktarının ABD'nin 7, Avrupa'nın 17 ve Afrika'nın 22 katından daha fazla düzeyde olduğunu vurgulayan Bayraktar, “Türkiye’de meydana gelen erozyonun yüzde 99’u su, yüzde 1’i ise rüzgar kaynaklıdır. Her yıl, sadece tarım arazilerinden kaybedilen 500 milyon ton toprakla 0,6 milyon ton buğday ya da 1,4 milyon ton mısır yetiştirilebilecek 25 santimetre kalınlığında 200 bin hektar alan oluşturulabilir. Buğday üretilebilecek kadar derinliğe sahip toprağın oluşabilmesi için 20-25 bin yıllık bir sürenin geçmesi gerektiği unutulmamalıdır” dedi.

Erozyon sonucu taşınan verimli toprakların tarım arazileri, çayır, mera alanlarının azalması, bitkisel ve hayvansal ürünlerin üretiminde kayıplara ve verim kayıplarına, diğer taraftan da baraj göllerini doldurarak, barajların ekonomik ömürlerinin kısalmasına neden olduğuna dikkati çeken Bayraktar, şu bilgileri verdi:

“Yine erozyonun bitki örtüsünü olumsuz yönde etkilenmesi, toprak kayması, çığ ve sel taşkınları gibi afetlerin çoğalmasına neden olmaktadır. Erozyonun sürekli olduğu alanlarda gerekli önlemler bir an önce alınmadığı takdirde verimli üst tabakanın ortadan kalkması sebebiyle özellikle kurak ve yarı kurak bölgelerde çöl görünümde organik maddesi neredeyse hiç kalmamış, biyoçeşitliliği tamamen ortadan kalkmış, bitki yetiştirilmesi mümkün olmayan alanlar oluşacaktır. Erozyonun fiziki ve biyolojik çevreye etkileri yanında bir de sosyoekonomik çevreye vermiş olduğu zararlar vardır. Tarım alanlarının azalması, çayır, mera alanlarının giderek daralması ve nüfusun sürekli artması, tarımla uğraşan insanları, geçim sıkıntıları çekmesi nedeniyle göçe zorlamaktadır. Ayrıca toprak verimlerinin düşmesiyle birim alandan alınacak ürün azalmakta ve çiftçiyi daha fazla gübre kullanmak zorunda bırakmaktadır. Fazla gübreleme ve sulama, hem ürün maliyetlerinin yükselmesine hem de toprakların erken bozunmalarına yol açmaktadır. Diğer yandan çayır, mera alanlarının azalması hayvansal üretimi zora sokmakta, yemlerin pahalı olması nedeniyle üretim maliyetini artırmaktadır.”

“ÜLKEMİZDEKİ HER BİREY TOPRAK EROZYONUNUN CİDDİ DERECEDE İLERLEDİĞİNİ KABUL ETMELİ”

Şemsi Bayraktar, yanlış ve amaç dışı arazi kullanımının önüne geçmenin, arazi toplulaştırmasına gereken önemi vermenin, yanlış tarımsal uygulamaları önlemenin, çayır, mera alanlarında erken ve uzun otlatmalardan kaçınarak münavebeli otlatmanın getirilmesinin tarımsal olarak erozyonla mücadelede ilk sıralarda yer aldığını belirtti. Meyilli arazilerde eğimin dikine sürüm yapmak, nadasa bırakılan alanların uygun ürünlerle ekim nöbetine sokulması, toprak işlemenin doğru zaman ve oranda yapılması gibi kültürel önlemlerin de alınabileceğini bildiren Bayraktar, şunları kaydetti:

“Yamaç alanlarda sekileme, teraslama, örme çitler gibi yapılarla erozyonun önüne geçilebilir. Tahrip edilmiş ormanlık ve çalılıkların bir an önce yeniden ağaçlandırılması ve bitki örtüsüne kavuşturulması, meraların ıslahı için gerekli çalışmaların yapılması zorunludur. Ülkemizdeki her birey; toprak erozyonunun ciddi derecede ilerlediğini kabul etmeli, erozyonun ne kadar önemli bir çevre sorunu olduğu ve önlemlerin alınmadığında ne gibi sonuçlar doğuracağının bilincinde olmalıdır. Erozyonun sadece kırsal kesimde yaşayan insanların sorunu olmadığı, toplumun geleceği için de hassas bir denge oluşturduğu bilinmelidir. İnsanın gelecek kuşaklara bırakacağı en büyük miras yaşanabilir bir çevredir. Erozyon ve çölleşmeyle mücadele ile ilgili yapılan çalışmalara bireysel ya da sivil toplum kuruluşları çatısı altında destek verilmelidir.”