Usta sanatçı İhsan Yüce hakkında bilinmeyenler

Bir döneme damgasını vurmuş usta isim İhsan Yüce'nin hayatıyla ilgili ayrıntılar yayınlandı.

Abone Ol


Bir döneme damgasını vurmuş usta isim İhsan Yüce'nin hayatıyla ilgili ayrıntılar yayınlandı.







CAN YÜCEL ANLATIYOR:





1991 yılının mayıs ayı. Üsküdar Doğancılar Camii’nde cenaze için toplananlar arasında Can Yücel de vardır. Gerisini oyuncu Yusuf Ekşi’den dinleyelim: “Caminin avlusunda bekliyorduk. Namaz kılınınca Karacaahmet Mezarlığı’na gidecektik. O ara, arkadaşlardan biri ‘Yusuf, Can ağabey gitmek istiyor… Üsküdar’a kadar arabayla bırak da gel…’ diye seslendi. Can ağabey yavaş yavaş Doğancılar’dan aşağı doğru gidiyordu. Onu arabaya aldım, yola koyulduk. Şaşırdım. ‘Yahu ağabey, merak ettim, mezarlığa niye gelmedin?’ diye sorunca ‘İnsan arkadaşını gömer mi yahu?’ diye karşılık verdi.”












Üsküdar Meydanı’na inince bir meyhaneye oturur Can Yücel ve o gün kadim dostu İhsan Yüce için kaldırır kadehini. İhsan Yüce’nin hayatı, Türkiye’nin hikayesi gibidir. 62 yıllık ömründe hepimizin hikayesini anlatmıştır ama onun hikayesini anlatan henüz çıkmadı.














‘KIZILLAR BİZİ ORADA KOVALADI BURADA YAKALADI’





Oda TV’de yazılar kaleme alan Barış Zeren’in dayısıdır. Zeren, ‘Dayım İhsan Yüce’ adlı yazısında şunları anlatıyor: “İhsan Yüce, Kafkasya Dağıstan göçmeni yedi çocuklu ailenin üç oğlundan biriydi. Aile, Ekim İhtilali’nden sonra Türkiye’ye geliyor, önce Elazığ’a, derken İzmir’e yerleşiyor. Sonraları, istikrarlı bir Menderesçi olan anneannem, özellikle dayılarım ve annemdeki koyu sol sempatisini gördükçe ‘Kızıllar bizi orada kovaladı, burada yakaladı!’ yollu sitem edermiş.”


















Onlarca filmini izlemiş olmasına rağmen çoğu kişinin fotoğrafını görmeden kim olduğunu bilemediği fotoğrafını görünce de, “Aaaa o muymuş…” demekten kendini alamadığı İhsan Yüce’nin sıra dışı hikayesi Elazığ’da başlıyor. Ailesi daha sonra İzmir’e taşınınca Atatürk Lisesi’ni ardından İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’ni bitiriyor.











Bir süre özel şirketlerde muhasebecilik yapsa da bu işlerin kendine göre olmadığını anladığında tiyatroya yöneliyor. 1952’de İzmir’de Halk ve Çocuk Tiyatrosu’na katılır. Ardından bir sezonluk ömrü olan Bizim Tiyatro’yu kurar. 1965-1966 arasında Lale Oraloğlu Tiyatrosu’nda çalışır.














DOSTOYEVSKİ VE CHAPLIN



1968 yılında üç arkadaşı ile birlikte kurduğu Ankara Drama Tiyatrosu ses getiren işlere imza atar. İhsan Yüce, Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sı ile Charlie Chaplin’in trajik son dönem filmi Sahne Işıkları’nı tiyatroya uyarlayarak sergiler. Bu oyunlar o dönem büyük ilgi görür ama Ankara Drama Tiyatrosu’nun ömrü de uzun olmaz ve İhsan Yüce sahne çalışmalarını Gen-Ar, Arena ve Direklerarası tiyatrolarında sürdürür.












ERTEM EĞİLMEZ'LE İLK FİLM





Sinema deneyimi Altın Yumru filmi ile başlar. Ardından Ertem Eğilmez’in yönettiği Senede Bir Gün, Bir Millet Uyanıyor, Sürtüğün Kızı gibi filmlerde rol alır. Sonra Aslıer Film Şirketi’ni kurar ve senaryolar yazmaya başlar. Kimi kaynaklara göre 125, kimine göre 140 kimine göreyse 150’den fazla filmde rol almış, 28 filmin senaryosunu yazmış, 6 filmde de yönetmen olarak kamera arkasına geçmiştir. Hayat Cehennemi, İhsan Yüce’nin senaryosunu yazdığı ilk filmdir. ‘Aldığı ödüller’ bahsini bir kenara bırakarak devam edelim. İhsan Yüce’nin yazdığı senaryolar, Türkiye popüler kültür tarihinde çok önemli bir yer tutar. Kendisiyle birlikte Aytaç Arman ve Danyal Topatan’ın rol aldığı Hayat Cehennemi–Hiç adlı filmin hem senaristi hem de yönetmenidir.












AĞRI DAĞI’NIN GAZABI’NDAN ZIMBALA BEHÇET’E





Zeki Ökten’in yönettiği 1973 yapımı Ağrı Dağı’nın Gazabı filminin senaryosu da ona aittir. Sonra krize giren Yeşilçam’da seks filmleri furyası başlar. Ekmek parası derdine 1975 yılında Zımbala Behçet, Çin İşi Japon İşi, Vur Tatlım, Ye Beni Mahmut gibi filmlerin senaryosunu yazar. 1970’lerin ikinci yarısıyla birlikte Türkiye toplumsal ve siyasal alanda büyük bir dönüşüm geçirir, Yılmaz Güney sinemada yeni bir çığır açarken, popüler filmlerde de ciddi bir nitelik değişimi gözlenir. İhsan Yüce bu değişime imza atan en önemli isimlerden biridir.












FARELER’DEN KİBAR FEYZO’YU YARATTI





Jeneriğinde adının kocaman harflerle yer almasına rağmen, aynı zamanda Müjde Ar’ın canlandırdığı Gülo’nun babası Hacı Hüso’yu oynadığı Kibar Feyzo’nun senaryosunun ona ait olduğunu bir çok kişi bilmez. Yönetmenliğini Atıf Yılmaz’ın yaptığı Kibar Feyzo, toplumsal, siyasal, dinsel eleştiriyi komediyle buluşturan Türk sinemasının köşe taşı filmlerinden biri olacaktır. Kibar Feyzo, Türk sinemasının köşe taşı filmlerinden biridir. İhsan Yüce öykücü Osman Şahin’in Yel Değirmeni adlı kitabında yer alan Fareler öyküsünü harika diyaloglarla sinemaya uyarlayarak Kibar Feyzo’yu yaratmıştır. Erden Kıral’ın ilk uzun metrajlı filmi olan Tarık Akan ve Meral Orhansoy’un rol aldığı 1978 tarihli Kanal’ın senaryosunu da o yazmıştır.












DUY KALBİMİN FERYADINI





Aynı zamanda yönetmeni olduğu Yunus Bülbüllü arabesk filmi Duy Kalbimin Feryadı’nın yanı sıra Bir Umut Uğruna, 80’li yıllarda çekilen Islak Güneş, Çarıklı Milyoner, Sosyete Şaban, İnatçı gibi filmlerin de senaryolarını kaleme almıştır. 1990 yapımı Bir Avuç Sevgi’nin senaryosu da ona aittir. Bu biyografide fotoğralarına da yer verdiğimize göre rol aldığı filmlerden ve ne tür karakterleri nasıl canlandırdığından bahsetmezsek bir şeyleri eksik bırakmış olmayız sanırım. Zira Çöpçüler Kralı’ndan Fatmagülün Suçu Ne’ye, Parmak Damgası’ndan Erkek Güzeli Sefil Bilo’ya, Neşeli Günler’den Sultan’a bir çok filmde kimisi birbirinin aynı kimiyse çok farklı karakterler olarak çıkar karşımıza.DUY KALBİMİN FERYADINI Aynı zamanda yönetmeni olduğu Yunus Bülbüllü arabesk filmi Duy Kalbimin Feryadı’nın yanı sıra Bir Umut Uğruna, 80’li yıllarda çekilen Islak Güneş, Çarıklı Milyoner, Sosyete Şaban, İnatçı gibi filmlerin de senaryolarını kaleme almıştır. 1990 yapımı Bir Avuç Sevgi’nin senaryosu da ona aittir. Bu biyografide fotoğralarına da yer verdiğimize göre rol aldığı filmlerden ve ne tür karakterleri nasıl canlandırdığından bahsetmezsek bir şeyleri eksik bırakmış olmayız sanırım. Zira Çöpçüler Kralı’ndan Fatmagülün Suçu Ne’ye, Parmak Damgası’ndan Erkek Güzeli Sefil Bilo’ya, Neşeli Günler’den Sultan’a bir çok filmde kimisi birbirinin aynı kimiyse çok farklı karakterler olarak çıkar karşımıza.












‘FAŞO NE DEMEK LA’ ve 141 VE 142





“Kibar Feyzo”da Maho Ağa’nın (Şener Şen), duvara ‘Faşo ağa’ yazan Feyzo’ya (Kemal Sunal) sorduğu “Faşo ne demek la?” sorusu ve aldığı yanıt… Yine bu filmde Maho Ağa’nın “Ula şurda 141-142 başsınız, valla sataram ha köyü!” sözü, Türk Ceza Kanunu’nun o dönem aydın ve sanatçısının hapse girmesine dayanak olan 141. ve 142. maddelerine ustaca yapılan göndermelerdir. Kibar Feyzo'nun o sahnesini izlemek için tıklayınız












‘ONLAR SENDİKALIYSA BEN DE HARRANLIYAM’





Filmde sendikalaşmanın önemine ilişkin de çarpıcı bir diyalog vardır. Başlık parası için amelelik yapan Kemal Sunal, yövmiye dağıtılırken önünde bekleyene kendisinden daha fazla ücret verildiğini öğrenince duruma itiraz eder. Ücretleri dağıtan görevli, “Onlar sendikalı” deyince Feyzo, “Onlar sendikalıysa ben de Harranlıyam” diye tavrını koyar. Feyzo şehre inince faşizmin yanı sıra ‘genel grev’, ‘Dev-Genç’ gibi kavramlarla da tanışır. Yine Maho Ağa’nın Feyzo’nun köye açtığı ummi helayı yıktırırken söylediği “Ağanın pohu üzerine poh olur mu ülen” sözü yıllar sonra Gezi protestoları sırasında bir duvar yazısına ilham kaynağı olacaktır.












RESİM VE HEYKEL ÇALIŞMALARI GÜN YÜZÜNE ÇIKMADI





Hakkında yazılmış az sayıdaki yazıların tümünde sinemanın dışında resim ve heykelle uğraşıp şiirler yazdığı bilgisi de yer alıyor. Ancak, bu resim ve heykellerin hiç birisi gün yüzüne çıkmış değil. Şiirlerini ise ‘şairlere saygısızlık olur’ diyerek hiç yayınlamadığı söylenir. Mazlum Çimen’in harika müziği ve Mümtaz Sevinç’in sesiyle hafızalara kazanan ‘Ekmek Şarap Sen ve Ben’ dışında yazdığı şiirleri yakınları dışında kimse bilmiyor. 1991 yılının 11 Mayıs’ında Salacak’ta ailesiyle birlikte yaşadığı küçük bahçeli eski bir evde, kalp krizi geçirerek yaşama veda eden İhsan Yüce, Karacah met Mezarlığı’nda yatıyor.












EKMEK ŞARAP, SEN VE BEN....





Onun dizeleriyle bitirelim: Ekmek şarap sen ve ben bir de sabahın dördü dışarda kar odamız ılık gözlerin ılık ılık damlarken boş kadehe anlattın bana ağzı sarımsak kokan bir oğlanla yattığını aşkı tattığını, karım dediğini ve aldattığını kıskandım Gogen’i Tahitilim terlemiş vücudunu silerken cüzzam mikrobunu ve yaktığı kulübesini saçların bağlamıştı ellerimi muz kokulum güneşi doğurmuştu ölü cisim martı çığlıklarıyla bir sahil kayalığında nefesin vücudumu yakıyordu yer yer sam yelim sahra-i kebirim kahrettim her şeye o gün babanın şarap çanağına, Gogen’e, kadere, sana, bana, bir de gittiğin arabanın tekerine ne diyordum arkadaş…. diyordum ki ben bu zıkkımı içmek için içerim ama içerken düşünmem neden içiyorum diye daha sonra yaparım hayatın felsefesini sırayla olurum Fatih, Selim, Kanuni bazen kadın hamamında tellak…. bazen Christoph Colomb Napolyon’ken düşünürüm Elbe’de geçen günleri Timur’ken Beyazıt’ı yenişimi…. bir kere Aristo’nun hocası olmuştum ona verdiğim dersle gurur duymuştum bazen Jan Dark’ı kurtarmak için çalışan bir kahraman bazen odunun ateşleyen bir cellat olurum eğer daha da içersem Shakespare halt etmiş derim karşımda salyalı dudaklarımdan yayık sesimi dinlerim de işte Mozart’ın aradığı melodi bu diye gülerim enayiymiş be Platon… bir içsin de görsün….ne felsefesi varmış bu hayatın anlasın geçmişi kınalı dünyanın kaç bucak olduğunu ıslak kaldırımlarda yürürken acırım önde yalpa vuran sarhoşun zavallı haline ukalalık işte derim neme lazım senin kendine bak; sende bir serserin bir sarhoş…. ve yavaş yavaş kaybolur acı kahkalarım şehrin izbe sokaklarında yavaş yavaş kaybolur benliğim…