Nuri Bilge Ceylan 2014 yılında Kış Uykusu filmiyle büyük ödül Altın Palmiye’ye uzandı. Bu ödül hiç kuşkusuz hem Nuri Bilge hem de Türkiye sineması için bir dönüm noktası oldu. 

Nuri Bilge Ceylan filmlerinde diyaloglardan çok insanın iç dünyası ön plana çıkmaktadır. Fakat Kış Uykusu'nda bu genellemenin dışına çıkmıştır. Kapadokya’yı mesken edinen sinematografi çalışması ve görsel tasvirleriyle hem sinemasal doygunluk hem de edebi bir lezzet taşıyor. 

“Karşımızdakini olduğu gibi görmeyip onu tanrılaştırmak, sonra da sanki böyle bir tanrı olabilirmiş de olmuyormuş diye ona kızmak.” 

Tezatların çarpışması, “Kış Uykusu.” İnsan, üzerine çok okuduğu, çok araştırıp çok fazla kafa patlattığı bir konuda, ister istemez kendi yol haritasını en doğru zannediyor. Oysa insana ulaşmak için sadece sergilediğimiz davranışlar yeterli değil. Başkalarının eksiklerini görmekte çok başarılı ama kendine gelince görmezden gelen, zorlanan insanların farkında olmadıkları bencillik ve iki yüzlülükleri filmde incelikle işlenmiştir. 

Bir şeyi neden öyle yaptığını sorguladığımız ve peşinen hatalı bulduğumuz kişi, gerçeği bizden çok farklı görüyor olmaz mı? İşte tam da bu noktada doğrunun bir bütün olmadığını ve ayrılmış parçalar halinde insanların zihninde dolaştığını, eleştirel bir dille anlatıyor “Kış Uykusu.”

Filmde,insanın karşısındakini küçülttükçe kendisini iyi hissedip ve gururunu mümkün olan en yüksek noktalara taşıdığını ve bu kibirin tek kişilik mutluluktan öteye geçemediğini çok açık bir şekilde görebiliriz.

Düşüncelerimizi değerli kılan şey, karşımızdaki insanı kendi hazırladığımız elbisenin içerisine sokmaktan geçmez. Bazen konuştukları, bize anlattıklarıyla yetiniriz. Ya da işimize nasıl gelirse öyle davranırız. Çoğu zaman zerre kadar değer vermeyiz sözlere sadece eylemlerle haşır neşir olur, boşlukları kendimiz doldurmayı tercih ederiz.Bazen de tam tersi...
İnsanın o iç dünyasında görünmeyen bir detay aslında film.

Belirli zaman dilimlerini, karaktere bölüp, onların aynalarından yansıyan görüntüleri kullanarak anlatıyor. Başrol oyuncularından olan Haluk Bilginer’in bizi ikna ettiği zor ve karmaşık adamın iç dünyası...
Canlandırdığı karakterle sığ bir havada kendisine küçücük bir evren yaratan adamın, şefkatli, açık sözlü ve aydın kişi olarak karanlığın tam ortasında belirdiği de oluyor. Ve tabii ki uzun diyaloglarda ona kim bu kadar başarıyla eşlik edebilir diye soracak olursanız, herhalde Demet Akbağ dışında bir isim olamazdı. 

Diğer tarafta Melisa Sözen’in ise, kararsız ve çelişkilerle dolu bir karakteri çok kararlı biçimde sergilediğini görüyoruz. Evliliklerdeki modern yalnızlığa güzel bir örnek sunmuş.  Aydın ve Nihal’in diyaloglarında görünen şey ise Aydın’ın ise Nihal’i bilgi, yaş, tecrübe gibi avantajlarını kullanarak sindirme çabası ön plandadır. Bu durumdan bıkan ve eleştiren Nihal'inde Aydın'dan bir farkı olsun diye sosyal yardım veren kuruluşlarda çalışmayı tercih ettiğini görüyoruz. Fakat gerçekten toplumsal bir duyarlılıkla mı yapıyor yoksa öyle görünmek istediği için mi? sorusu geliyor akıllara.

Gördüğünüz her detaya odaklanmanız ve işittiğiniz her cümleyi tekrar tekrar zihninizde dolaştırmanız gerektiğini unutmayın. Çünkü film bittikten sonra bir süre daha düşünmeye devam edeceksiniz.

“Kış Uykusu”, insanın bir nedene ihtiyacı olmadan, içinde kendisini bulabileceği bir film. Güzel bir son arayanlar için değil, hikaye hiç bitmeyecekmiş gibi davrananlar için. 

İyi seyirler.