Taner YENER/İSTANBUL,() DİYANET İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, yazılı ve görsel medyanın önemine değinerek, "Mesele din hakkında, dindarların hoşuna gidecek, onların duygularını okşayacak adımlar atmak değildir. Asıl mesele medyamızın dini ciddiye almasıdır” dedi.

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, İstanbul Ticaret Üniversitesi Sütlüce Kampüsü’nde düzenlenen “Medya ve Din” sempozyumunun açılışında konuştu. Konuşmasına yazılı ve görsel medyanın önemine değinerek başlayan Görmez, “ İster yazılı olsun, ister işitsel, ister görsel medyanın hepimiz için önemi aşikardır. Etrafımızda olup bitenler hakkında her zaman bilgi sahibi olmaya insan olarak hepimizin ihtiyacı var. Medya bize elden geldiğince elimizin, gözümüzün, kulağımızın erişemediği noktalardan bilgiler aktarmaktadır. Bize bir haber getirenden, bize bir söz söyleyenden, bizi bir konuda bilgilendirenden bir şey isteriz. O da doğru, sahih ve güveniler bilgidir. Hiç kuşkusuz güven duyularak karşılayacağımız bir bilginin, doğru bir kaynaktan doğru araçlarla bize ulaşması zorunludur. Aynı şekilde söz konusu bilginin bizi manşet adı altında yanıltıcı bir retorik içinde şekillenmiş olmaması yahut sürmanşet adı altında manipülatif bir çabayla üretilmemiş olması ve her durumda değerlendirmeye, müzakereye, eleştiri ve itiraza açık olması gerekir” dedi.

MEDYADA ASLOLAN DOĞRU BİLGİDİR

Görmez sözlerine şöyle devam etti: “Yüce dinimiz İslam ‘biri size bir haber getirdiğinde’ diye başlayabilecek bir sorgulamayı devam ettirecek temel ve öncü ilkeleriyle adeta bir medya etiği takdim etmektedir. İlgili ayet mealen şöyledir ‘Ey iman edenler güvenilir olmayan birisi size bir haber getirdiği zaman onu araştırınız, araştırmadan almayınız. Aksi takdirde cahilce ve bilgisizce nice toplumlara kötülükler yaparsınız ve sonunda pişman olursunuz’ Başka bir ayet mealen şöyledir, ‘Doğru bilgi sahibi olmadığınız konuların peşine düşmeyin. Kula gönül, göz bundan sorumlu tutulacaktır. Medyada aslolan bu sebeple elbette doğru haberdir, doğru bilgidir. Bugün herhangi bir gazetenin ya da televizyon kanalının karar verici organları arasında yer alanların insanlık durumumuzu bozmak, bizi fıtratımızdan uzaklaştırmak ve toplumsal birlik, beraberlik ve kardeşlik çabamızı zedelemek gibi bir görevi olamaz.“

DÜNÜN İRTİCA SÖYLEMİ NEYSE BUGÜNÜN DÜNYASINDA İSLAMOFOBİ ODUR

Görmez, “Maalesef bugün sözünü ettiğim sorunlar tek tek her birimizi ilgilendirir düzeyde artmaya başlamıştır. Din-medya ilişkisi içler acısıdır. Pek çok noktada medyanın bu konudaki yaklaşım biçimlerinin hemen her bir inanmış insanı rahatsız ettiğini açıkça belirtmek isterim. Medya ve din arasındaki ilişkilerin seyrettiği zemin aslında bu bütün dinler için söz konusudur. Yıllar önce Hristiyan bir din bilginin bu konuda kaleme aldığı bir yazının başlığını hatırlıyorum; ‘Eğer İsa bugün olsaydı onu çarmıha geren medya olur’ diye başlayan bir değerlendirmesini hatırlıyorum. Türkiye bağlamıyla sınırlı kalmayı göze alırsak, hiç kuşkusuz tarih boyunca rahatsızlık verici, üzücü ve incitici bağlamlarda ilerlediğini söylemek yanlış bir tespit olmayacaktır. Ülkemizde 31 Mart vakasından bu yana medyada dinin varlığı irtica ile eşdeğer bir şekilde işlenmiştir. Dünün Türkiyesinde irtica söylemi neyse bugünün dünyasında İslamofobi odur. Böyle bir güce sahip olan medyada genellikle din bir ramazan sayfası ve cuma saati programı olarak görülmektedir. İşte medya-din ilişkisinde asıl sorun budur. Dini takvim yaprağına, ramazan sayfasına ve cuma saatine indirgeyen bir medya Müslümanlığı tarzı bir ilişki ile medya din ilişkisi sağlıklı bir zemine oturamaz. Yılın belli bir ayında haftanın belli bir gününde dini bir sayfa hazırlatan ya da program yayınlayan bir medya organının dini ele alış biçimi ne kadar doğrudur. Bu sorgulanmalıdır elbette halbuki dinin ondan beklediği cuma sayfası hazırlaması değil yalan haber yapmamaktadır. Olanı olduğu gibi aktarabilmesidir, doğru haber vermektir insanlara, insanları yanıltmamaktır, şaşırtmamaktır. Kişinin mahremiyetine girmemek ve hiç kimseye iftira atmamaktır. Bu tarz ahlaki kaygılar olmaksızın Cuma sayfası hazırlamak, dini konuları içeren köşe yazıları yayınlamak, belirli zamanlarda televizyonlarda dini program yapmak herhangi bir anlam ifade etmez. Yahut dini bir grubun, yapının propagandasını yapmak neticeyi değiştirmeyecektir” dedi.

MEDYAYI SADECE PAZARIN BİR PARÇASI OLARAK GÖREBİLİYORUZ

Bugün önemle üzerinde durulması gereken bir hususunda sosyal medya olduğunu ifade eden Görmez, “ İnternet ortamında, sanal alemde gerek kendi kimliklerini gizleyerek gerek deşifre ederek yerli yersiz her şeyini paylaşmakta bunu yaparken de hiçbir değer ve ölçü tanımamaktadır. Bunun toplumda çok büyük ahlaki yaralar açtığı herkesin malumudur. O kadar çok hayatımızın içinde ve kaçınılmaz hale gelmiştir ki, maalesef çocuklarımızı medya ile buluşturmak için değil ondan korumak için önlem almak zorunda bırakılıyoruz. Din-medya ilişkisi bu çağın paradigmasıyla yakından ilgilidir. Bu çağ en geneliyle bir tüketim, hız ve haz çağı olmuştur. Bu çağda rekabet, kazanma, başarı ve pazara egemen olmak en önemli motivasyon kaynağıdır. Bu çağ tüm motivasyon kaynaklarıyla kendi içinde büyük bir gayri ahlakiliği üzülerek belirtmek isterim ki, teşvik etmektedir. Bu çağda biz insanlar medyayı da sadece pazarın bir parçası olarak görebiliyoruz. Bütün enstrümanlar bu pazara ulaşmak için bir araç olarak kullanılmaktadır. Din de bu araçlardan biri haline getirilebilmektedir“ dedi.

DİNİN TOPLUM İÇİN GEREKLİLİĞİ, ETKİN ROLÜ GEÇ DE OLSA ANLAŞILDI

Geçtiğimiz iki yüzyılda dünya ölçeğinde din konusunun değişik bağlamlarda müzakere edildiği dönemler olduğunu söyleyen Görmez, “ Dinin vakti saati gelince hayatımızdan gideceği beklentisi içinde bütün argümanlarını onun yokluğu üzerine inşa edenler maalesef iyi bir sınav veremediler. Küçüksemeler, dışlamalar, gözden düşürmeler az rastlanır bir şey değildi. Dinin kıymeti harbiyesi önem ve değeri medya tarafından değerli ölçüde fark edilemedi. Yeni bir yüzyılın başında dinin toplumda olmazsa olmaz varlığı ağırdan da olsa hissedilmeye başladı. Dinin toplum için gerekliliği, toplumdaki etkin rolü geç de olsa anlaşıldı. Batı’daki pek çok medya organizasyonu çalışmalarında din uzmanları, din mütehassısları istihdam etmeyi gerekli görmeye başladılar. Değişen şartlar, gelişme ve etkileyici dini hareketlilik profesyonel anlamda toplumu bilgilendirmek çabası içinde olan medya kurumları için yeni bir düzenlemeyi zorunlu kıldı” dedi.

DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI’NIN BU NOKTADA ACIKLI BİR TARİHİ VARDIR

Görmez sözlerine şöyle devam etti: “Üzülerek ifade edeyim ki, bu konuda ülkemiz söz konusu olduğunda kayda değer bir gelişmeden söz etmek için daha bir süre bekleyeceğimiz anlaşılmaktadır. Dinin bu toplumun kimyasında yer alan ağırlığı bugün gerçek bir hazmedişle kapanmış değildir. Diyanet İşleri Başkanlığı olarak, hemen her gün din-i mübin-i İslam hakkındaki ölçüsüz suçlama, incitici değerlendirme ve kasıtlı saldırılar karşısında cevap verme çabası içinde aziz milletimizi bilgilendirme gereği duyuyoruz. Aslında din ve medya ilişkisi ele alınacaksa mutlaka diyanet ve medya ilişkisi üzerinden bir takım araştırmalara ihtiyaç vardır. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bu noktada acıklı bir tarihi vardır. Daha önce diyanet işleri başkanlarımızın hatıraları yayınlandı. Sadece 1958-60 yılları arasında Diyanet İşleri Başkanlığı ile yapılan tartışmalar, zamanın başkanı Eyüp Sabri Hayırlıoğlu hocamızın ifadelerinin beyanlarının medyada ele alınış tarzları incelendiğinde 60 ihtilaline hızla gittiğimizi görme imkanına sahip oluruz.“

ASIL MESELE MEDYAMIZIN DİNİ CİDDİYE ALMASIDIR

Görmez konuşmasının sonunda, “Mesele din hakkında, dindarların hoşuna gidecek, onların duygularını okşayacak adımlar atmak değildir. Asıl mesele medyamızın dini ciddiye almasıdır. Bunun altını hassaten çiziyorum. Milletimizin sosyolojisini, antropolojisini, psikolojisini, teolojisini kuşatmış bir hakikat karşısında hemen her birimizin arzu ettiği şey ciddiye alınmak, anlaşılmak için emek vermek, kutsal değerleri bir tartışma ve polemik konusu yapmamaktır” dedi.

(FOTOĞRAF)