Cumhuriyet Meydanı'nda
sıra sıra olmuş
insanları görünce,
"Kan bağışı kuyruğu mu?"
diye sordum...
Kızılay,
Muharrem ayının
10. gününe rast geldiği
için
dün aşure dağıtıyordu...
Odamdan
bir süre aşure alan insanları
izledim...
Kimi türbanlı kimi eşarplı
kimi başı açık kadınlar, genç kızlar
ve çocuklar
ile
ak saçlı dedeler,
kot pantolonlu ve
şortlu erkekler
aynı kuyruktaydı...
Tıpkı "aşure" gibi
birbirine karışmışlardı...
Renkleri, dertleri ve
zevkleriyle...
Aşure de öyle değil miydi?..
41 çeşidi
birbirine karıştırmak
mümkündü...
Ne eklersen
ekle,
tadını bozmuyordu aşure...
İster acı, ister tatlı, ister mayhoş...
M. Elçi imzasıyla
bir aşure tanımı
okudum...
Aşure teolojik
anlam dışında
şöyle tanımlanmıştı:
"Aşure; neyim var deme, neyin varsa onu getir, onunla gel. Ben sana sende olanlarla da "tad" olurum demektir. Yırtığınla, söküğünle, eksiğinle gel; ben sana her halinle "tam" olurum demektir"...
Çok beğendim doğrusu...
Hicret ve Kerbela
gibi 
Müslümanların
ortak duygularını
barındıran
Aşure Günü;
paylaşmanın, dayanışmanın, birlikteliğin ve sevginin ifadesi; bolluk ve bereketin simgesiydi...
Dünyada ve elbette Türkiye'de yaşanan ya da yaşanacak olası sıkıntıları,
ayrı gayrı olmadan
tıpkı bir aşure gibi
kaynaşıp, karışarak
göğüsleyemezsek;
bizleri büyük bir belanın beklediğini
söylemek,
kehanet olmayacaktır!..
Bir yandan milleti bölmeye çalışan,
diğer yandan da
Müslümanları birbirine
düşürmeye kalkışanlara
verilecek cevap,
"aşure" gibi
karışıp, kaynaşmak
ve tadı bozmamaktır...
Müslümanların
ortak matemi olan
bugünler,
aynı zamanda
Peygamber Efendimizin torunu, Hz Ali'nin oğlu
Hz. Hüseyin'i
anlama ve anlatma
fırsatını da doğurmuştur...
Bu vesileyle,
Kerbela şehitlerini
rahmetle anıyor;
Aşure Günü'nün
Müslümanlara hayırlar
getirmesini diliyorum...