İçimizdeki Talepkar Nietzche bir gün bir arabacının atını kırbaçladığını görür. Kollarını hayvanın boynuna dolar ve gözyaşlarına boğulur. Milan Kundera, Nietzche'nin deliliğinin, at için gözyaşlarına boğulduğu o an başladığına inanır ve devam eder “insan soyunun gerçek ahlaki sınavı, temel sınavı, onun merhametine bırakılmışlara olan davranışında gizlidir”... Merhamet; bir kimsenin veya bir başka canlının karşılaştığı kötü durumdan dolayı duyulan üzüntüdür. İnsani değerlerin özünde yer alan merhamet, basit bir iyilik yapma isteği olmaktan ziyade, insanları iyiliğe ve doğruluğa yönelten, onların olumlu tutum ve davranışlar sergilemesine yol açan pozitif bir duygudur. Kişilerin hem kendilerine hem de başkalarına karşı göstermiş olduğu merhametin iyileştirici ve olumlu duyguları güçlendirici özelliği yüzyıllardır bilinmektedir. Hepimizin içinde kendimize olan merhametimizi engelleyen ve bizi sürekli eleştiren bir iç ses bulunur. Bu ses gece gündüz demeden sürekli yeterli olmadığımız ve yanlış yaptığımız için bize söylenir durur. İçimizdeki talepkar tarafın misyonu bize hükmetmektir. Kontrol hep kendinde olsun ister ve her daim en iyisini bilen odur. Hatalarımızdan en ince ayrıntısına kadar bahsetmekten hoşlanır. Hatta bunu saatlerce sürdürebilir. Talepkar iç ses çoğunlukla yaşça büyüktür ve eleştiri yoluyla kişiyi güçlendirebileceğini düşünür. Ona göre kişi hayata böyle hazırlanır. “Ne kadar tembelsin, bir işi de beceremedin, yetersizsin, bilgisizsin, işlerini hep son ana bırakıyorsun”…Fiziksel görüntümüz, değiştirilemeyecek kişilik özelliklerimiz, alışkanlıklarımız, saldırı için hedef noktalarıdır. Ona göre yeterli değilizdir ve her davranışımız eksiktir. İçimizdeki talepkara ne kadar fazla yüz verirsek o kadar astarını ister. Boyun eğdikçe talepkarlığına ve isteklerine devam eder. Peki, biz ebeveyn olunca neler olur? Aslında kendi anne babamızdan bize miras kalan bu talepkar taraf, farkındalığımız olmaz ise kendi ebeveynliğimize de yansır. Çocukken bizi sürekli eleştiren ve talepkar davranan ebeveynlerimizin varlığında öncelikle bu davranışı kendi iç dünyamızda içselleştirir hale geliriz. Bu şekilde kendi kendimizi eleştiren ve yetersiz hissettiren bir iç ses ile yaşamayı öğreniriz. Ömür boyu belki de bu iç ses ile bir savaş başlar. Ve çoğunlukla da bu savaşta yenilgiye uğrarız. Kendimizi eleştirir olmaktan geri duramayız. Bizi daha ufacık çocukken yaralayan, üzen, öfkelendiren anne babamızdan gördüğümüz tutumlar birer yetişkin olduğumuzda kendiliğinden ortaya çıkıverir. Çabuk öfkelenen, kolayca eleştiren ebeveynler oluruz. Siz de zaman zaman kendi kendinize ''eyvah içimden annem çıktı!'' derken bulmaz mısınız? Psikoterapide öfkeyi, öfkeli ebeveyni, bağırıp çağırmayan anne baba olmayı konuşurken SAĞLIKLI YETİŞKİN tarafımıza atıflarda bulunuruz. Sağlıklı yetişkin bizim akılcı, gerçekçi, sağduyulu ve en önemlisi de merhametli yanımızdır. Sağlıklı yetişkin “şimdi ve burada” gerçeğini göz önüne alarak, verilere dayalı hareket eder. Yaşam olayları karşısında direksiyonda ne kadar fazla sağlıklı, akılcı, merhametli tarafınızla yoldaysanız, dış dünya ve iç dünyanız arasındaki dengeyi sağlayıp çözüme geçmeniz o kadar kolay olur. Psikoterapiyle sağlıklı yetişkini direksiyonda tutmaya başarmak mümkün… ''BİR BEN VAR BENDEN İÇERİ'' demiş ya Yunus Emre, belki de tüm bunlardan bahsetmiştir. Talepkar tarafınızı durdurup içinizdeki incinmiş ve yaralı tarafa merhamet etmeyi unutmayınız… Her şey farkındalıkla başlar... Sağlıklı günler dilerim... Uzm. Dr. Gözde Yontar PSİKİYATRİST&PSİKOTERAPİST