Amerikalı psikolog Abraham Maslow, 1943 yılında beş katmandan oluşan bir piramit sundu bilim dünyasına. Her birimizin piramitteki bu beş basamağı inip çıkmakla geçirdiğimiz hayatımızı resmeden ‘İhtiyaçlar piramidi’, insanların kişiliklerini geliştirmek ve öz benliklerini arttırmaları için belli merhalelerden geçmeleri gerektiğinden bahsetti. Bu piramit ‘Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi’ olarak nam saldı ve büyük ölçüde kabul gördü.

Bugün bu piramitle, Çin sınırlarındaki Sincan Özerk Bölgesinde insanlık dışı muamelelere sistematik bir şekilde katlanmak zorunda kalan ve bir soykırıma ya da onlar için tasarlanmış özel devşirme politikasına maruz bırakılan Uygur Türklerini bir analım! Mesela Uygur Türklerinin yaşadıkları o küçük bölgedeki bir çocuğu yazalım bugün!

Bakalım o çocuk dünyanın gamsızlığı altında her gün dayaklar ve işkenceler ile büyürken, her gece kabus mezarlığında tek başına inleyip, özgürlük hayalleri vahşet ile karartılırken, döktüğü o gözyaşları umursanmaz, attığı çığlıklar duyulmaz ve vücudundaki o siyaha dönmüş morartılar görülmezken bu ihtiyaçlar hiyerarşisi bize hangi mesajı verecek ve ne öğretecek?

Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisini simgeleyen piramit 5 katmandan oluşur. En alttaki büyük katman ‘Fizyolojik Gereksinimler’, nefes almak, yemek, su, uyku gibi en temel ihtiyaçlarımızı içerir. Hemen bir üstünde bedeni, mülkiyeti, aileyi, sağlığı korumayı içeren ‘Güvenlik Gereksinimi’ katmanı bulunur. Bu katmanın bir üstünde bulunan ‘Sevgi Gereksinimi’ ise arkadaşlık, aile, aidiyet gibi psikolojik ihtiyaçları barındırır. En az bu katman gibi önemli olan bir diğer üst katman ise ‘Saygınlık Gereksinimi’dir. Piramidin bu seviyesinde özsaygı, özgüven, başkaları tarafından saygı görmek duyguları yer alır. Ve en üst katmana geldiğimizde ‘Kendini Gerçekleştirme Gereksinimi’ ile karşılaşırız. Bu son katman insanın yeteneklerini fark etmesi, başarılı olması, tatmin olması ve hayattan zevk almasını karşılayan katmandır ve son duraktır.

Bu piramide son zamanlarda eklemeler yapıldıysa da bu 5 temel ihtiyaç hiç değişmedi ve başta da dediğimiz gibi hemen herkesçe kabul edildi.

Şimdi gelelim Uygur Türklerine ve oradaki küçük çocuklara… Bu ihtiyaçlar hiyerarşisinde onların güvenlik ihtiyacı ya da sevgi gereksinimi karşılanıyor mu? Fizyolojik gereksinimleri görülüyor mu? Saygı aşamasına hiç geçmiyorum bile!

Haberlerde sızdırılan şu üç tane Uygur kız çocuğunu hatırlarsınız… Onları tüm gücüyle döven yetişkin bir adam var! Ve içlerinden birinin ‘anne’ diye ağlamasıyla daha fazla çıldırıp hani var gücüyle yumruğuna yüklenen o adam(!). Şahsen ona şeytan demeyi yeğlerim. Çünkü bu canlı, insanlıktan çıkalı ve bir canavar halini alalı belli ki çok zaman olmuş. Bir insan ahsen-i takvim suretinde yaratılmışken, esfel-i safilin’e kolay kolay dönüşmüyor ve kilometrelerce aşağılara çakılıp bir şeytan olmuyor. İşin trajik yönü ise maalesef bu şeytanlardan orada daha çok var!

Lime lime oluyor insanın içi, lanet okuyor, kan ağlıyor. Ya kendi çocuğumuz, kardeşimiz, yeğenimiz, şeytanın darbelerinden en fazla bir iki adım kaçabilen ve minik kollarıyla o küçücük sırtını darbelerden korumaya çalışan o üç kız çocuğundan biri olsaydı yıkmaz mıydık evlerimizi, cinnet geçirmez miydik, aklımız başımızdan gitmez miydi ya da bir daha yaşayabilir miydik?! O orada her bir darbenin altında son nefesini verir gibi çığlık atarken ‘anne’ diye,  biz de burada zifiri çaresizliğimizi yırtan çığlıklar atmaz mıydık?

İşte onlar bizim kızlarımız, oğullarımız değil. O yüzden bırakın çığlık atmayı, bilmiyoruz bile… Sadece kendi dünyamızdayız ve başımıza gelen küçük büyük dertleri dramatize etmekle, karalara bağlanıp isyan etmekle ve lanet okumakla meşgulüz kaderimize…

Sessiz çığlıklar bir gün ete kemiğe bürünüp bir ses olursa, ancak o gün bitecek bu vahşet! Şimdi soruyorum: Maslow, ihtiyaçlar hiyerarşisini insanlar için tasarlamadı mı? Peki ya oradakiler? Peki ya çıkmaz sokaklarda sıkıştırılarak, sapkın emellere alet edilen diğer melekler?

Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisi şöyle bir yanımızda dursun. Ancak ‘Aşk’ duygusundan bile daha güçlü şu ‘Merhamet’ duygusunu kaybettiğimizden beri, dünya artık çocuklar için, bilhassa onlar için bir ‘vahşethane’, ‘tımarhane’, ‘mezbahane’ Bizler içinse bir utanç diyarı.

İyi ki bizler büyüdük, biraz kurtardık kendimizi, ya ardımızdakiler?!