Acı haberi, dün sabah
Samsun 19 Mayıs Gazeteciler Cemiyeti
Başkanı
Yusuf Ziya Çakır verdi...
Sesi titriyordu...
"Abi, Başaran'ı
kaybettik"

dediğinde,
neredeyse yarım asra
varan
meslektaşlık,
dostluk,
arkadaşlık
ve
sırdaşlığa
ait
ne varsa
adeta bir film şeridi gibi geçti
gözümün önünden...
Neler yaşamıştık?..
Gazeteye geldiğimde,
onu yazacaktım...
Klavyenin tuşlarına
dokunurken,
her şey birbirine karıştı...
Hangisini anlatmalıydım?..
Samsun'dan
Ordu'ya Galatasaray maçı için
onun kullandığı
küçük "kaplumbağa"
ile giderken;
10 santim buz üzerinde
aracın kayması sonucu
atlattığımız
ölüm tehlikesini mi?..
Gazeteci Ragıp Göker'in
de aramızda
bulunduğu
o araçla
yolda kaldığımızda,
bize yardımcı olan
bir köylünün
Milliyet Spor Servisi'nin
iki numarası
Ferhan Tezcan'a
"Sen de adamsın?"
dediğinde,
o korku dolu dakikaları
neşeye dönüştürmemizi mi?..
Samsun dışında, önemli olaylarda
"Telefoto cihazı" ile İstanbul'a
fotoğraf geçmek için
temiz hattın olduğu
PTT'nin
kuranportörlerinde
çekilen
çileleri ve zamanla
yarışmalarımızı mı?..
1994 yılında üç gazeteciler cemiyetinin birleştiği
genel kurulda,
Samsun 19 Mayıs Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı'na seçilmemden 
aylar sonra
ona "Denetleme Kurulu" üyeliğinden
istifa etmesi için
yapılan baskılara
nasıl direndiğini mi?..
Yeniçeltek'teki
"grizu faciası"nda
yakınlarını
kaybedenlerin
ağıtları yürek yakarken,
bir kuytuda
gizlice ağladığımızı mı?..
Rahmetli kardeşim
Ali Orhan'ın, neredeyse her ay Milliyet gazetesi
kimlik kartını bıraktıktan
birkaç gün sonra
beni devreye koyup,
yeniden işe
başlatması nedeniyle
"teşekkür"
etmeme, "Alıştım artık"
deyişini mi?..
Samsun'da gazete ve ajans büroları içinde
en renkli kişilerle
çalışıp, her birinin
bir fıkra konusu
meselelerini
akıl dolu 
hamlelerle
nasıl savuşturduğunu mu?..
"Bunlarla nasıl baş ediyorsun?"
diye sorduğumda,
verdiği "Yok sayıyorum"
yanıtını mı?..
Çok dertleşirdik!..
O, eskilerin
deyimiyle
"Nevi şahsına münhasır"
bir kişilikti...
Neler yaşadık, neler!..
Ne güzel günlerdi,
o günler!..
Rekabet de vardı, dostluk da...
Zaten gazetecilik de 
o yıllardaydı...
İsmail Başaran,
"mazbut" biriydi...
Ailesine de çok düşkündü...
Samsun'da,
ilk internet sitesini
kuran gazetecilerden
biriydi...
Başaran,
zeki biriydi
ve çabuk
kavrıyordu...
Her konuda bildiği
binlerce
fıkrayı
hafızasında tutar,
çok güzel anlatırdı...
Bazılarını da köşe yazılarında
kullanırdı...
Ona en çok takılan
gazeteci Avni Demir'di...
Yakakent'e sık gittiği için
ona "Hanım köylü"
derdi ama
İsmail Başaran
kıvrak zekasıyla
onu ters köşe yapardı...
Yıllar
önce ağır bir ameliyat geçirdikten sonra
Yakakent'e 
sıklıkla gidip geliyor,
orada da kalıyordu...
"Huzur buluyorum" diyordu...
Buna rağmen
Hedef Halk gazetesindeki
köşe yazılarını asla
ihmal etmiyordu...
15 gün önce konuşmuştuk...
Eski arkadaşlarla
bir araya gelip hasret giderecek,
anıları
tazeleyip,
ondan fıkralar dinleyecektik!..
Olmadı...
Bizleri
bir lokantada değil,
cami avlusunda
buluşturdu İsmail Başaran!..
Rahmetli gazeteci büyüğüm
ustam Uğur Gürsoy,
bir arkadaşının
ölümünden sonra
yazdığı köşe yazısına,
"Atları da vururlar, şahlar da ölür"
diye başlamıştı...
Yani, ne yaparsak yapalım;
hangi yaşta ve hangi makamda olursak
olalım,
kaderin önüne geçmek
mümkün değildi...
Dedik ya "kader"...
"Mekanın cennet olsun"
Sevgili Başaran,
demekten başka
bir şey gelmiyor elden...
Hepimizin başı sağ olsun!..