Hayat, sahip olduklarımızın değil, verdiklerimizin yankısıdır. Modern çağ, insanı “biriktirmek” üzerine kurguladı. Daha fazla eşya, daha fazla para, daha fazla bilgi, daha fazla takipçi, unvan, başarı, övgü… Sanki ne kadar çok biriktirirsek, o kadar güçlü, o kadar mutlu, o kadar “tam” olacağız. Oysa gerçek zenginlik, hiçbir kasada, bankada ya da vitrinde saklı değil. Gerçek zenginlik; gönülden verilen bir tebessümde, bir dostla paylaşılan dertte, bir çocuğun eline uzatılan ekmekte, yani paylaşımda saklı.
Bir şeyi biriktirmek, onu sadece kendine saklamak demektir. Kimi zaman korkudan, kimi zaman güvensizlikten, kimi zaman da tatmin olma arzusuyla yaparız bunu. Ama unuturuz: Zaman her şeyi siler. Para harcanır, eşya eskir, güzellik solar, zeka bile paylaşılmadığında körelir. Ama paylaştığın şey, senden çıkar ama seninle kalır. Çünkü bir başkasının hayatına dokunan her şey, senin varlığının uzantısıdır. İşte bu yüzden, gerçekten sahip oldukların, başkalarıyla paylaştıklarındır.
Sevgi de böyledir. İçinde biriktirdiğin sevgi, zamanla ağırlaşır. Oysa paylaştığında çoğalır. Kalpten verilen küçük bir ilgi, bir yabancının gününü aydınlatabilir. Güler yüz, selam, hal hatır, bir telefon, bir mektup, belki de sadece samimi bir “Nasılsın?”… Bunlar kimseye mal olmadan verilen, ama karşılığı paha biçilmez olan armağanlardır.
Bilgi de paylaştıkça büyür. Bilgiye sahip olmak, onu bir başkasıyla anlamlı kılar. Öğretmeyen bir bilginin hükmü yoktur. Bilge, biriktiren değil aktaran kişidir. Her öğreti, aktarıldıkça kök salar, çiçek açar, meyve verir. Kitaplar raflarda değil, dillerde ve kalplerde yaşar.
Zaman bile aslında paylaştıkça anlamlıdır. Sevdiklerinle geçirmediğin zaman, ne kadar çok olursa olsun, sadece bir rakamdan ibarettir. Ama birlikte kahkaha atılan anlar, birlikte susulan dakikalar, birlikte ağlanan geceler… İşte onlar, ömrün asıl sermayesidir.
Ve belki de en önemlisi, mutluluk da paylaştıkça büyür. Birinin gözlerine bakıp “Senin için buradayım” diyebilmek, onun yükünü bir nebze de olsa hafifletmek, iyiliği çoğaltmak… Bunlar hayatta iz bırakan eylemlerdir. Çünkü hayat, iz bıraktıkça yaşanır; tüketilerek değil, paylaşarak çoğalır.
Bu yüzden biriktirdiklerine değil, verdiklerine bak. Ne kadar çok verdiysen, o kadar zenginsin. Ne kadar çok paylaştıysan, o kadar insansın. Gerçek mülk, ne elindekidir ne cebindekidir; kalpten kalbe akan şeydir senin olan. Çünkü unutma: Biriktirdiğin değil, paylaştığın senindir.