İman, esas itibariyle Allah’ın yüceliğini, bir ve benzersiz olduğunu, kulluğa layık olanın, sadece O olduğunu, kalpten onaylamaktır. Bunun için Allah Resûlü: “Kim kalbinden tasdik ederek Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Resûlü olduğuna şehâdet ederse Allah ona cehennemi haram kılar.” (Buhârî, İlim, 49) buyurmuş, ebedî mutluluğa ancak imanın kalpte yerleşmesiyle erişilebileceğine işaret etmiştir. Yüce Allah imanın kalbine nüfuz etmediği kimselerden bahsederken “Siz iman etmediniz. Henüz iman kalplerinize girmedi.” (Hucurât, 49/14) buyurarak bu gerçeği ifade etmiştir.
İman, en çok Allah’ı sevmeyi, her hâlükârda O’na güvenip dayanmayı ve O’na gerektiği şekilde saygıyı gerektirir. (Âl-i İmrân, 3/102) Kişi bu vecibelerini yerine getirir ve “Allah’ı Rab; İslâm’ı din, Muhammed’i Peygamber olarak gönülden benimserse” imanın tadını almış (Müslim, Îmân, 56) demektir. Aynı şekilde kişi “Allah için sever, Allah için buğz eder, Allah için verir, Allah için engel olursa imanını olgunlaştırmış, kemale erdirmiş” (Ebû Dâvûd, Sünne, 15) olur.
İslam, inandığı gibi yaşamak, imanı hayata taşımaktır. Tam bir teslimiyetle Allah’a ibadet etmektir. Hz. Peygamber’in meşhur Cibrîl hadisinde İslâm’ı tarif ederken “Allah’a ibadet edip O’na hiçbir şeyi ortak koşmamak” (Buhârî, Îmân, 37) dedikten sonra namaz, oruç, zekât, hac gibi ibadetleri sıralaması iman-amel birlikteliğinin en temel kanıtlarındandır.
Allah Resûlü’nün, kendisine “Cehennemden kurtaracak ve cennete girdirecek bir şeyi sormak istiyorum.” diyen sahâbîye, “Allah’a şirk koşmadan ibadet etmeye devam et, farz namazı kıl, farz olan zekâtı ver, Ramazan orucunu tut, insanların sana davranmasını istediğin şekilde onlara davran, insanların sana davranmasını istemediğin şekilde onlara davranmayı terk et!” diyerek öğüt vermesi, (İbn Hanbel, VI, 384) imanın gönülde başlayıp bütün bedene yayılan ve fiiliyata dökülen bir olgu olduğunun göstergesidir. 
İbadetler yerine getirilirken uyulması gereken gönül boyutuna ‘İhsan’ denir. Yapılan bir işin ihsan seviyesine ulaşabilmesi için kişinin öncelikle, ne yaptığının farkında olması ve onu en uygun, en güzel şekilde uygulaması gerekir. Hz. Ali’nin, “Kişinin değeri, işindeki ihsanıyla ölçülür.” (İsfehânî, Müfredât, 399) sözü de, bir insanın yaptığı işlerin değerinin, ortaya koyacağı anlamlı, güzel davranışlarla değer kazanacağını ifade etmektedir. Cibril hadisinde “İhsan” kavramının, “Allah’tan, O’nu görüyor gibi korkmandır.” (Müslim, Îman, 7) şeklinde zikredilmesi, kişinin kulluk görevini yerine getirirken Allah korkusu taşıması, O’nun kendisini gördüğünü, davranışlarını gözetlediğini hissetmesidir. İnsanlardan kimileri, sorumlu oldukları şeyleri sırf üzerilerinden sorumluluk gitsin diye yaparlar. Gerçek ihsana ulaşanlar ise, “Nerede olursanız olun, Allah sizinle beraberdir.”, (Hadîd, 57/4) ayeti gereği yaptıkları her şeyi, Yüce Allah’ın kendilerini görüp murakabe ettiğinin farkında olarak samimi bir ruh ve ihlâsla yerine getirirler.
Peygamber Efendimiz, “‘İnsanlar iyilik yaparlarsa biz de iyilik yaparız, kötülük yaparlarsa biz de kötülük yaparız’ diyen zayıf karakterli kimseler olmayınız. Bilâkis iyilik yaptıklarında insanlara iyilik yapmayı, kötülük yaptıklarında ise onlara kötülük yapmamayı içinize (bir ilke olarak) yerleştiriniz.” (T2007 Tirmizî, Birr ve sıla, 63) hadisi, insanların kendi aralarında yaptıkları davranışların ihsan boyutuna ulaşması için karşılık beklemeden sırf Allah rızası için yapılması gerektiğini vurgular.


İsmail ÇAMUROĞLU
Samsun İl Müftülüğü Uzman Vaiz