Devletin
üç kuruşunu almak için
bebekleri öldürenler,
yaşlı insanları
dolandırıp
evlerine ve maddi varlıklarına
çökenler,
taklit ve tağşiş
gıdalarla
vatandaşın
parasına
ve sağlığına
göz dikenler,
pasta-börek tartarken
dara almadıkları için
3-4 liralık
mukavva ambalaj kutularını
25-30 liraya
satanlar,
2-3 liralık su
için müşteriden
20 lira isteyenler,
elektronik
alışverişte
istenilen sipariş
yerine
salatalık gönderenler,
sahte ilaç üretip
hastalığına çare arayanları
perişan edenler...
Devam edelim...
Tüyü bitmemiş yetim hakkı
olan devletin
parasını
binbir türlü sahtekarlıkla
alanlar,
ihaleye fesat karıştıranlar...
Bitmedi daha...
Stokçuluk yaparak, piyasanın
dengesini bozanlar...
Birtakım yardım derneklerinin
adını kullanıp,
topladıkları parayı
ceplerine indirenler...
Telefonda kendilerini
"Savcı ve polis" diye tanıtıp,
insanların yasalara
olan saygısını
istismar ederek,
ziynet eşyası ve birikimlerini
çalanlar...
Daha neler neler!..
"Hırsızlık"
bir virüs gibi
toplumu sarmış durumda...
Bugünleri görecek miydik?..
Uzatmayalım!..
Fi tarihinde
böylesine
ahlaki 
çürümüşlüğün
yaşandığı bir ülkenin
kasabasında
geçen öyküyle
sizleri baş başa bırakmak istiyorum...

*                *                 *
"Bir kasabada her gün hava kararınca, kişiler maymuncuklarını ve fenerlerini yanlarına alır, komşularının evlerini soymaya giderlermiş.
Fakat, gün doğarken geri döndüklerinde kendi evlerini de soyulmuş durumda bulurlarmış. Ama ülkede kimse kaybetmezmiş, çünkü herkes birbirinden çalarmış.

Bir gün, nasıl olmuşsa, dürüst bir adam ortaya çıkmış. Geceleri, diğerleri gibi çantasını fenerini alıp hırsızlığa çıkmaktansa, evinde
kalıp çalışmayı yeğlemiş. Hırsızlar da onun evinin önüne geldiklerinde içeride ışık yandığını görünce döner giderlermiş.

Bu durum böyle bir süre devam edince, halk ona kızmaya başlamış. “Çalmadan yaşamak senin tercihin olabilir ama başkalarını engellemeye hakkın yok” diye  onu azarlamışlar.

Bunun üzerine dürüst adam, geceleri ışığını söndürüp dışarı çıkmaya başlamış. Her gece, hırsızlık yapmadan orada burada dolaşır durur, sonunda yatmaya evine dönermiş. Her döndüğünde evini soyulmuş bulurmuş!..
Sonuçta bir haftadan daha az bir sürede, yiyecek içecek hiçbir şeyi kalmamış ve kasabadan
ayrılmak zorunda kalmış.
Kasabada hırsızlıkta ustalaşıp giderek varlıklarını katlayanlar işi geliştirmişler. Kendileri için soygun yapmak üzere aylıklı hırsızlar tutmaya başlamışlar.
Zamanla, varlıklı-yoksul ayrımı çoğalmış. Varlıklılar mallarını korumak için bekçiler tutmuşlar. Kendi mallarının çalınmasını da yasa dışı ilan etmişler. Ancak yoksulların mallarını çalmak hala serbestmiş!..

Bir süre geçtikten sonra, artık kimse soymaktan ve soyulmaktan söz
etmez olmuş. Çünkü, yoksulların çoğu ya açlıktan ölmüş ya da oraları
bırakıp gitmişler. Varlıklılar ve aylıklı soyguncular ise ortada soyacakları kimse kalmadığından varlıklarını yavaş yavaş yitirmeye başlamışlar…

Sonunda varlıklılar eski düzeni yeniden sağlamak için, oraları ilk bırakıp giden dürüst adamı,
kasaba yönetiminin başına getirmeye karar vermişler. Sora sora nerede yaşadığını öğrenmişler. Evine gittiklerinde kapıda yazılı bir kağıt görmüşler… Kağıtta aynen şunlar yazıyormuş:

“Bir kişi yalnız dürüst olduğu için aranıyorsa, her şey için çok geç olmuş demektir"...
*                     *                *


Bu ülkede, pek çok ekonomik sıkıntı çektik!..
Seferberlikte ekmeği karneyle aldık...
Ekonomik krizlerde;
akaryakıt, tüpgaz, deterjan ve margarin
yağı kuyruklarına da girdik...
Bu dönemlerde
bile böyle bir çürümüşlük görmedik...
Parayı kaybetmek ya da kazanmak
var elbette...
Ama ahlak kaybolunca
bir daha bulmak zor!..
Bu büyük milletin evlatları olarak,
milli ve manevi değerlerimizi
yüceltemezsek, yazık!..
Kendimize gelelim artık!..