İslam öncesi Mekke’de insanlar arasında büyük bir gelir farkı bulunuyordu; varlıklı putperest araplar, güçsüz ve yoksul olanlara karşı  inanılmaz derecede bencil, duyarsız, kaderiyle başbaşa bıraktıkları Kur’ân-ı Kerîme göre; zengin putperestler:”Allahın, dilemiş olsakendilerini doyurabileceği kimselere mi yedireceğiz?!”(Yâsîn 36/47) diyecek kadar küstahlaşıyor, birbirlerine cimriliği öğütleyecek kadar insafsızlıkta ileri gidiyorlardı. ”Bunlar cimrilik eden,insanlarada cimriliği emreden ve Allahın, lütfundan kendilerine verdiğinimeti gizleyen kimselerdir. ( Nisâ 4/37;Hadîd 57/24) Bu sebeple Mekke döneminde inen âyetlerin tevhit inancının yerleştirilmesinden sonra en büyük hedefi, insanların kalplerindemerhamet duygusu oluşturup yoksul ve himayesizlere karşı  duyarlı hale getirip  bencillik, sevgisizlik ve cimriliktenarındırıp,fakirlerin ihtiyaçları olduğu nimetlerini alabildiği  bir toplum ruhu kazandırmak olmuştur. 

Kur’anı kerimde Leylsûresin de bu ruhu sağlayan önemlitesbitler, öğütler, uyarılar ve müjdeler vurgulanmaktadır. Sûrede iki ayrı karekter yapısıtasvir edilmektedir. Ayetleri birlikte değerlendirdiğimiz de müslümanın cömert ve özverili olacağı, namkörlerin de cimri ve bencil olduğu rahatça anlaşılmaktadır. 


Sürenin 7. âyette geçen ve Allah’ın cömert kulu için kolaylaştıracağı bildirilen rahatlık ve mutluluk yolunu ifade etmek üzere “en kolay” anlamına gelen yüsrâ kelimesi kullanılmıştır. Bu kelime “daha fazla iyilik yapma özelliği, erdemi” olarak da açıklanmıştır. Buna göre insan iyilik yapmaya çalıştıkça Allah da ona iyilik iradesini güçlendirir, iyilik yollarını kolaylaştırır ve sonunda cömertlik denilen güzel haslet onun kişiliğinin ayrılmaz bir özelliği haline gelir.


Peygamber Efendimiz’in bazen hiçbir şeyi olmazdı. Bazen de harp ganimeti gelirdi.Fakat az bir şeyi kendine bırakır, sonra onu da dağıtmadan evine gidemezdi. Hayal ötesi bir merhamet, hayal ötesi bir şefkat sahibiydi. Hiçbir şeyi olmazsa «tebessüm» ile infakta bulunurdu. Bir kimseye bir şey verirken de verdiği şeyle muhatabına asla eziklik hissettirmezdi. Çünkü O, verdiğini Allah’a verirdi. Zira âyet-i kerîmede ;


“Sadakaları Allah alır.”(Tevbe, 104) buyurulmaktadır
Sahâbe-i kiram, işte O’nun bu yüce hâlinden nasiplendikleri  için Onlar sahabe olma şerefine eriştiler. Nitekim:
“Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe asla «birr»e (yani hayrın kemal noktasına) eremezsiniz. Her ne infak ederseniz Allah onu hakkıyla bilir.”(Âl-i İmrân, 92)âyet-i kerimesi nazil oduğundaashâb-ı kiram arasında en sevdiklerinden verme hususunda büyük bir infak yarışı başlamıştı. Hadisi şerifte de;
“Her meşrû ve güzel iş sadakadır.” (Buhârî, Edeb, 33)


Hz ali (ra) efendimiz düğün hazırlıkları yapıyordu ancak düğün masraflarını karşılayacak gücü yoktu. Zırhını satılığa çıkardı. O esnada pazarda Hz Osman ile karşılaştı. Ona düğün müjdesini verdi ve zırhını mehir parası olarak satmak zorunda olduğunu söyledi. Hz Osman pahallı zırhı satın aldı ve sonra Hz Ali (r.a) ‘ a : "Allah yolunda hizmet etmen için bu zırhı sana düğün hediyesi olarak veriyorum. Çünkü bu zırh senin gibi İslam kahramanına daha layık” dedi. Burada infakın en zarif örneğini görüyoruz

Ebû Talha'nın Mescid-i Saâdet’e yakın, içinde 600 hurma ağacı bulunan kıymetli bir bahçesi vardı ve burayı pek severdi. Ebû Talha bu ayeti duyunca hemen Resûlullah’a koştu ve şöyle dedi:


“YâResûlâllah! Benim servetim içinde en kıymetli ve bana en sevimli olan, işte şu şehrin içindeki sizin de bildiğiniz bahçemdir. Bu andan itibaren Allah rızası için onu Allah’ınResûlü’ne bırakıyorum. İstediğiniz gibi tasarruf eder, dilediğiniz fakire verebilirsiniz.” 
Sözlerinin ardından bu güzel kararını derhâl tatbik etmek için bahçeye gitti. Ebû Talha, bahçeye vardığında hanımını bir ağacın gölgesinde otururken buldu. Ebû Talha bahçeye girmemişti. Hanımı sordu:
“YâEbâ Talha! Dışarıda ne bekliyorsun? İçeri girsen ya!” 
Ebû Talha:
“Ben içeri giremem, sen de eşyanı toplayıp çıkıver!..” dedi. Beklemediği bu cevap üzerine hanımı şaşkınlıkla sordu:
“Neden yâEbâ Talha?! Bu bahçe bizim değil mi?” 
Ebû Talha:
“Hayır, artık bu bahçe Medine fukarâsınındır.” diyerek âyet-i kerîmenin müjdesini ve yaptığı infakın faziletini sevinç ve neşe içinde anlattı. Hanımının:
“İkimiz nâmına mı, yoksa şahsın için mi bağışladın?”suâline de:
“İkimiz nâmına…” diye cevap veren Ebû Talha, bu sefer hanımından huzur içinde şu sözleri dinledi:
“Allah senden râzı olsun yâEbâ Talha! Etrafımızdaki fakirleri gördükçe aynı şeyi düşünürdüm de sana söylemeye bir türlü cesaret edemezdim. Allah hayrımızı kabul buyursun, işte ben de bahçeyi terk edip geliyorum!” 
Ashâbın bu kıvamı, gündüzleri ve geceleri Allah Resûlü’nün gösterdiği istikamette değerlendirmelerine bağlıdır. Çünkü her nefeste O’nun nefesiyle yaşamak, güzel haslet ve faziletleri tecellî ettirmekte en büyük huzur ve kolaylık sebebidir.
 Burada bahsettiğimiz güzide sahabelerden bizlere örnek olabilecek mümtaz infak örnekleri umarım hayatımıza yön verir. Cenab-ı Hakk rızkın temininde mahlukatı birbirine vesile kılmıştır. Rabbimizin bize sunduğu infak kapısını iyi değerlendirebilmemiz ümidiyle…