Bir yolun nereye varacağını yol değil, yolcu belirler. Yolculuğun nasıl geçeceği ise tavır, duruş, içsel denge ve derinlik meselesidir. Herkesin kendi hikayesi onun aynı zamanda hem yolunu hem de yolculuğunun resmidir.

Yaşadığın her an, seni kendi yolculuğundan ya alıkoyar ya da hazırlar. Bazen sonuçları itibariyle anlarsın bunu, bazen ise hızlıca kavrarsın. Anlayabildiklerin yol olur, anlayamadıkların ise senin bütün yolculuğunun seyrini belirler.

Her yolun bir hikayesi olduğu gibi, her yolculuğun da şahitleri vardır. Yolculuğuna şahitlik edenlerin kimisi “yaren” kimisi “engel” olur. Sen, “yaren” kim “engel” kim diye anlayana kadar geçen sürece ise “tecrübe” denir.

Tecrübe ise pahalı bir mülk, aslında çok önemli bir elbisedir. Bu elbise herkesin üzerinde olması gerektiği gibi durmaz. “İşte tam tecrübe bu” dedirtmiyorsa ortada bir eksik var demektir.

Aynı şeyleri yaşamak, aynı hataları tekrarlamak, aynı pencereden aynı yere bakmak ve aynı soruya başka cevaplar beklemek, sizi olsa olsa en hafif tabiri ile ezbere düşürür. Hayat ise en çok da “Ezber” bozmayı sever.

İyi niyet ve samimiyet; tertemiz bir kalp ise ancak onu anlayanlar sayesinde etrafına ışık saçar. Denge kurmak adına harcadığınız her bir “niyet” size bugün değilse yarın bir “engel” olarak geri döner.

‘Doğarken tek başına geliyoruz dünyaya’ derler ya, en büyük yalanlardan biridir. Tam aksine öylesine büyük bir yardımcı, öylesine büyük bir donanımla doğarız ki, dünyevi başlangıcımız bile “ilahi” bir “şahitliktir” aslında.

İşte tam da bu yüzden, sokağın, mahallen, işin, aşın, arkadaşın önemlidir. Rüzgar nereden eserse essin, durduğun yer önemlidir. Arkana aldığın rüzgar değil, karşına almayı göze aldığın rüzgarla başlar hikayen, yolun ve yolculuğun.

Bilgiye ulaşmak artık çok kolay. Günümüzün meselesi ise, bilgiyi nasıl sunduğunla ilgilidir. Tıpkı tecrübeli olmanın; onu nasıl aktardığınla doğru orantıda olduğu gibi...