Zorlu bir dünya hayatı geçirmekteyiz. Yaşamak zor, hayatı her an aynı seviyede yaşamak zor, imansız bir hayat geçirmek çok sıkıntılı bir durum, imanı muhafaza zor. Zenginin zenginliğini koruyabilmesi, fakirin fakirliğin vermiş olduğu sıkıntılara göğüs germesi zor. Hayatın zorluğuna karşı çaresiz miyiz? Hayır. Çare sabretmektir. Bir musibet varsa ona dayanıldığı müddetçe, sabır gösterildiği müddetçe kolaylık elbette vardır. 
İnsan bazen küçük sıkıntılara bile sabretmek istemez. Bazen de büyük felaketler karşısında sabrını kaybeder ve ümitsizlik girdabına düşer. Hastalığının iyileşmeyeceğini, maddi sıkıntısının sona ermeyeceğini, aile sorunlarının çözülemeyeceğini düşünür. Huzurun, başarının, şifanın kendisinden çok uzak olduğu vehmine kapılır. Hâlbuki ayette de buyrulduğu gibi:
“(Ey Muhammed!) Senin göğsünü açıp genişletmedik mi? (1) Belini büken yükünü üzerinden kaldırmadık mı? (2-3)  Senin şanını yükseltmedik mi? (4) Şüphesiz güçlükle beraber bir kolaylık vardır. (5) Gerçekten, güçlükle beraber bir kolaylık vardır. (6) Öyleyse, bir işi bitirince diğerine koyul. (7) Ancak Rabbine yönel ve yalvar.” İnşirâh Sûresi (1 - 8)
Kur'an-ı Kerimde Yüce Allah ahiret mutluluğunu kazanabilmenin yollarından birisinin, hayat boyu imtihan edileceği musibetler karşısındaki tutumlarımız olduğunu bildirir;
“Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele. (155)   Onlar; başlarına bir musibet gelince, "Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah'a aitiz ve şüphesiz O'na döneceğiz" derler. (156)  İşte Rableri katından rahmet ve merhamet onlaradır. Doğru yola ulaştırılmış olanlar da işte bunlardır. (Bakara157)
Hayatın akışı içerisinde her birimizin yaşadığı zorluklar, çile ve kederler, maddi ve manevi sıkıntılar olması mukadderdir. Çünkü bu dünya, “imtihan dünyası”dır. Başa çıkmak için uğraştığımız imtihanlardan çok daha fazlasını Resûlullah (s.a.s) yaşamıştır. O, daha doğmadan babasını, henüz altı yaşındayken annesini kaybetmiş, yetim ve öksüz olarak büyümüştür. Can yoldaşı eşini ve altı çocuğunu kendi elleriyle toprağa vermiştir. Mekke’de bir avuç müminle birlikte müşriklerin amansız baskı ve işkencelerine, kısıtlama ve dışlamalarına maruz kalmıştır. Bütün bu sıkıntı ve musibetlere rağmen, Peygamber Efendimiz asla ümidini ve inancını kaybetmemiş, daima Rabbine sığınmış ve O’ndan yardım istemiştir. Şiddetten değil, merhametten yana tavır almış ve hiçbir zaman Allah’ın razı olmayacağı çözümlere tevessül etmemiştir. Peki, musibetler karşısında müminin tavrı ne olmalıdır. Yüce Rabbimiz bize bunun yolunu şöyle bildirmiştir;
“Sabrederek ve namaz kılarak (Allah'tan) yardım dileyin. Şüphesiz namaz, Allah'a derinden saygı duyanlardan başkasına ağır gelir.” (Bakara 45) 
O halde, iyi günde olduğu kadar, kötü günde de hayata tutunmak ve Rabbimizle aramızdaki bağdan güç almak, imanın güzelliğindendir. Sabır gibi nadide bir nimetin kıymetini bilelim. Allah’ın bizi varlıkla da yoklukla da imtihan ettiğini, her türlü imtihanın sabırla kazanılacağını hatırlayalım. Hiçbir zaman Rabbimizin yardımından ve merhametinden ümidimizi kesmeyelim. Allaha emanet olun.


Bilal Topuz
 Uzman Vaiz