Uzman Psikolog Özge Genlik, “Ağrılarınızın nedeni duygularınız olabilir” dedi.
Erken çocukluk deneyimlerimizi hatırlamasak ya da unuttuğumuzu zannetsek de, iliklerimize kadar işleyen izler olarak yaşamlar boyu peşimizi bırakmadığını anlatan Uzman Psikolog Özge Genlik, “Bebeklik dönemi “ilişki bilgisinin” içselleştirildiği ruhsal gelişimimiz için en önemli yaşam dilimini oluşturmaktadır. Yetişkin olarak, bedenimizi nasıl hissettiğimiz, ilişkilerimizde nasıl davranışlar, tutumlar sergilediğimiz, “öfke, hüzün, mutluluk, ” duygularını hissettiğimizde bedenimizde olanlar, bir topluluğun önünde konuşma yaparken bedensel olarak hissiyatlarımız hatta ruhsal rahatsızlıklara olan tolerans seviyemiz bebeklik döneminde oluşmaktadır” diye konuştu.
Stres tepkisini düzenleyici ve duyguların işlenmesi için önemli olan beyin bölümlerinin en hızla olgunlaştığı dönemin bebeklik çağları olduğunu söyleyen Uzman Psikolog Özge Genlik, “Bu nedenle bebeğe birincil derece bakım veren kişinin bebeğin hissiyatlarına duyarlı ve onları en iyi şekilde anlayarak bebeğin kendini ifade repertuarını geliştirmesi “sağlıklı” olma hali için büyük önem taşımaktadır. Bebek ilk yıllarında, kendisine birincil derece bakım veren kişinin duygularına çok duyarlı ve hassas olur. Çünkü hayatta kalabilmesi bu kişiye bağlıdır. Dolayısı ile kendisine birincil derece bakım veren kişinin ,kendisinini “iyi, huzurlu,mutlu” hissettiği davranışları geliştirir, kendisine birincil derece bakım veren kişinin, kendisini “üzgün, öfkeli, mutsuz” hissettiği davranışları devre dışı bırakır. Böylece bebek yavaş yavaş farkında olmadan ancak bedenin daimi farkındalığı ışığında kendisine birincil derece bakım veren kişiden gördüğü modeli devralır” dedi.
“Sürekli hareket halindeki enerjiler olan duyguları hissetmeyi ve onları ifade etmeyi bebeklik ve erken çocukluk döneminde öğreniyoruz. Dolayısı ile bu süreçte ne kadar çok duygu ile tanışır ve onları ifade edebilirsek yetişkin olduğumuzda “duygu körlüğü” deneyimleyerek kronik ağrılardan muzdarip olma oranımız o denli az olur” diyen Uzman Psikolog Özge Genlik, açıklamasını şöyle sürdürdü: “Nasıl ki, fizyolojik bedenimize aldığımız maddelerin posalarını dışarı bırakıyoruz. Duygusal bedenimize aldığımız duyguları da dış dünyaya özgürce kendi ve diğerinin sınırlarının farkında olarak ifade edebilmeliyiz ki “çeşitli fizyolojik olarak nedeni bulunamayan ağrılardan şikayetçi olmayalım”.
Örneğin bebeklik ve erken çocukluk döneminde yeterince dokunulmayan bedenlerin, dünyaya yönelik davranışlarında “özgüven” eksikliği bulunmakla birlikte bu kişilerde sıklıkla kronik sırt ve omuz ağrısı gözlemlenmektedir. Dokunma, bebeğe destek verir, güven sağlar, stress hormonlarını azaltır, büyüme ve bağlanma hormonlarını serbest bırakır. Dokunma noksanlığını, erken dönemde deneyimlemiş yetişkinler stres uyarıcı bir uyaranla karşı karşıya kaldıklarında kendilerini nasıl sakinleştireceklerini bilemediklerinden yeterince sevilmediklerini ve desteklenmediklerini hisseder ve genellikle kronik sırt ve omuz ağrısı duyumsayabilirler.
Kronikleşmiş ve fizyolojik nedeni saptanamamış baş ağrılarının sebebi, “değersiz” hissetmektir. Erken çocukluk döneminde eylemlerine yönelik ebeveynlerinden yeterince takdir görmeyen yetişkinler yetişkin yaşamlarında her ne yaparlarsa yapsınlar kendilerini yetersiz görürler ve bunun sonucunda gelişen “mükemmeliyetçilik” hissiyatları ile birlikte dönem dönem kronik baş ağrıları ile baş etmek durumunda kalabilirler.
Yaşamda sonsuz olasılık vardır ancak bazı insanlar tek bir çözüm varmış gibi hareket eder ve “inatçı” tutumlar sergilerler bunun sebebi ise erken çocukluk döneminde aşırı kuralcı ve otoriter ebeveynlik tutumlarıdır. “Eğer yemeğini dökmeden yiyebilirsen, seni severim.” mesajını veren bir ebeveyn çocuğun beden hafızasına herşeyin doğru düzgün yapılırsa, diğerleri tarafından kabul göreceğine ilişkin bir bilinç tohumu eker. Kişi yetişkin olduğunda her işin en iyisi olma yönünde çaba ve efor sarf ederken yaşamın diğer olasılıklarına karşı kendini bırakamaz ve dönemsel olarak kronik boyun ağrıları hissedebilir.
Erken çocukluk döneminde öğrenilmemiş beden farkındalığı, duygularını özgürce ifade edememenin sonucu duygularını, düşüncelerini ve eylemlerini birbiri ile tutarlı bir biçimde ortaya koyamamış yetişkinler yaşamlarında “denge” sorunları ile karşılaşabilirler. Kalçalarımız, bizleri dünyaya “denge” ve “güvenle” kökleyen dokumuzdur. Dolayısı ile özgürce ve birbiri ile ahenkli biçimde ifade edilmeyen duygu-düşünce kalıpları ilerleyen yaşlarla birlikte dengesiz eylemlere zemin hazırlar ve kalça ağrıları hissedebiliriz.
Sürekli değişken, tutarsız ebeveyn tutumları ile yetişmiş yetişkinlerde “gelecek kaygısı” yoğun olarak gözlemlenmektedir. Buna bağlı olarak da bizleri geleceğe hep bir adım ileriye doğru taşıyacak olan organlarımız; bacak, ayak ve diz ağrıları sıklıkla deneyimlenir. Bacak, ayak ve diz ağrılarının ardındaki mesaj: yaşamda yeterince esnek olduğumda ne yapabileceğimi bilemiyorum ve bu bilinmezlik beni adım atmaktan alıkoyuyor, gelecekten korkuyorum.”