Yeni Şafak Gazetesi yazarı Prof. Dr. Atilla Yayla, SETA Vakfı tarafından düzenlenen Basın Özgürlüğü Tartışmaları konulu panelde AK Parti döneminde basın özgürlüğünün geliştiğini ve 14 Aralık operasyonunun medyaya karşı yürütülmediğini aksine medyanın da kumpasın bir parçası olduğunu söyledi.
SETA İstanbul Koordinatörü Doç. Dr. Fahrettin Altun’un moderatörlüğündeki Basın Özgürlüğü Tartışmaları paneli Yeni Şafak gazetesi yazarı Prof. Dr. Atilla Yayla, Türkiye gazetesi yazarı Ceren Kenar, SETA Medya ve İletişim Direktörü İsmail Çağlar’ın katılımıyla gerçekleşti. Türkiye’de bütün sıkıntılarına rağmen AK Parti döneminde basın özgürlüğünün geliştiğini ve çoğulculuğun arttığını belirten Atilla Yayla, “Medyayla Menderes, Demirel ve Özal da kavga etti. Son olarak Erdoğan ediyor. Türkiye’de diz boyu ahlaksızlık var. Kimse kendi günahını görmüyor. 5816 sayılı yasa olduğu sürece Hürriyet, Sözcü ve Cumhuriyet gibi gazetelerin ifade özgürlüğü demesine inanmam. Gülen medyasının da günahlarını biliyoruz. 14 Aralık operasyonu medyaya karşı bir operasyon olarak yargılanamaz. Öyle olması için medya organlarının çalışılamaz hale getirilmesi gerekir. Savcıların iddiası doğruysa, olayların medyayla ilgisi yok ve medyanın da parçası olduğu korkunç bir kumpas var. Gülen medyasına göre ise 17 Aralık süreci yolsuzluk operasyonudur. Öyle olsa dahi demokratik iktidar, demokratik yollarla gidip gelmelidir. Medyada çok büyük problemler var ancak her şeye rağmen iyiye gidiyor” dedi.
“İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNÜN BİR TÜREVİDİR”
Basın özgürlüğünü, ifade özgürlüğünün bir türevi olarak değerlendiren Atilla Yayla ifade özgürlüğünü, “Kişilerin toplumsal olaylarla ilgili kanaatlerini bir tehlikeyle karşılaşmadan çeşitli yol ve yöntemlerle açıklayabilmesidir” şeklinde tanımladı. İfade özgürlüğünden bağımsız, basın özgürlüğü olamayacağını belirten Yayla, “Basın organları genellikle hükümetle çatışma içindedir ve baskı gördüklerini söylerler. Bunun aksine genellikle devletle de iyi ilişki kurmaya çalışırlar. Hatta kritik zamanlarda devletin bir uzantısı gibi görünürler. Özgürlüğü korumak için çoğulculuk gerekir. Örnek verecek olursak Hürriyet gazetesi yazarları arasında çoğulculuk görmek gerekir, çünkü okurlarının yüzde 30’u AK Parti seçmenidir. Ama Aydınlık’tan bunu beklemeyebiliriz çünkü hitap ettiği kitle bellidir” dedi.
“TÜRKİYE’DE MEDYA ÇOK SESLİ”
Türkiye’de medyanın çok seslilik parametresinde uyduğunu belirten Ceren Kenar, “Türkiye’de medya özgürlüğü alanında yasal, kurumsal, patronaj ilişkileri ve siyasi müdahaleler gibi engeller var. Son 10 sene içinde medyaya başka aktörler girdi ve çoğulculaşma başladı. Türkiye hakkındaki tüm resmi görebilmek için gün içinde birçok gazeteyi okumanız gerekiyor. Son 10 senede medya ve ifade özgürlüğüne ilişkin 301’in kalkması, yabancı sermayenin yatırımın kolaylaştırılması, TRT Şeş, Kürt-Ermeni-Gayrı Müslim, Alevi açılımı, dindarların temsili, genel liberalleşme ve demokratikleşme gibi olumlu adımlar atıldı. 2011 yılına kadar muhalefetin temel argümanı Türkiye’nin bir İslam devletine gittiğiydi ancak bu kaygılar boş çıkınca hak ve özgürlük anlamında despotik bir yapı olduğu söylendi. Burada ciddi anlamda bir tespit sorunu var” dedi.
Türkiye medyasının, ciddi anlamda kötü bir kalite ve performans gösterdiğini belirten Kenar, “Gazetecilerin temel görevi öncelikle olan resmi çekmektir. Resim, gerçeğe ne kadar yakınsa bir o kadar iyi gazeteciler oluruz. Türkiye, Twitter’ın erişime kapalı olduğu 1 hafta boyunca uluslararası mecrada basın özgürlüğü anlamında çok puan kaybetti. Ancak YouTube’un kapalı olduğu süre boyunca bu durum puanlamaya yansımadı. Bu tarz puanlamalara, Türkiye’den raportörler de katılıyor ve onlar kendi duygularını katıyorlar. Türkiye’de gazetecilerin mesailerinin yüzde 70-80’ni beğenmediği gazetecilerin ne kadar kötü olduğunu söylemekle geçiyor. Bunu ne Arapça ne de İngilizce yayın yapan medyada gördüm” ifadelerini kullandı. Ceren Kenar, attığı tweetten dolayı gözaltına alınan gazeteci Sedef Kabaş ile ilgili olarak ise “Sedef Kabaş meselesinin son derece yanlış olduğunu düşünüyorum. O tweette bir hedef gösterme olduğunu görmedim” şeklinde konuştu.
“MEDYA TARTIŞMALARI SIĞ OLUYOR”
14 Aralık operasyonuyla aslında medya özgürlüğünün konuşulmadığını belirten ve yayın yasakları hakkında bilgi veren İsmail Çağlar, “14 Aralık operasyonunu medya özgürlüğü açısından değerlendirip buradan hükümete saldırmak çok kolay olduğu için tartışma bu eksende yürüyor ve medya tartışmaları sığ oluyor. Her yıl ortalama 40 yayın hakkında yasak kararı verildi. Son dönemde dış işleri dinlemeleri, MİT tırlarının durdurulması, Reyhanlı saldırısı, Aktütün baskını ve Mısır konsolosluğu personelinin IŞİD tarafından rehin alınması konularında yayın yasağı yaşandı. Yayın yasağının somut meseleler için mesleki standartların oturmadığı durumlarda faydalı ve istenilebilecek bir enstrüman haline geldiğini görüyoruz. Rehine krizinde, ‘Hükümet, IŞİD’e terörist diyemiyor çünkü rehineler var’ yönünde yayınlar yapıldı ve hükümetin, IŞİD’e terörist demesini, IŞİD’in de rehineleri öldürmesini isteyenler oldu” dedi.
“BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ GELİŞİMİ KAT ETTİ”
Bugün fail-i meçhul gazeteci cinayetlerinin olduğu dönemlerdeki gibi basının zorla susturulduğu yönünde bir intiba oluşturulduğunun altını çizen Fahrettin Altun, “Türkiye’de basın özgürlüğünün birtakım sorunları olabilir fakat tarihsel süreç içerisinde baktığımızda aslında basın özgürlüğünün mesleki, hukuki ve ifade özgürlüğüyle ilişkisi boyutları itibariyle bir gelişim kat ettiği ortadadır. Türkiye’de 2000 sonrasında uluslararası boyutu da olan farklı bir iktidar mücadelesinin ortaya çıktığını biliyoruz. Bu konu içerisinde basın özgürlüğü bir aparat olarak kullanılıyor. Bugün fail-i meçhul gazeteci cinayetlerinin olduğu dönemlerdeki gibi basının zorla susturulduğu yönünde bir intiba var. Bu son derece yanlış. Bugün aslında 7 tutuklu gazetecinin olduğunu ve bu tutuklamaların görüşleri sebebiyle olmadığı ortadadır. 14 Aralık operasyonuyla beraber bu tartışma canlandı. Oysa göz ardı edilen husus, basınla ilgili faaliyetlerin merkezde olmadığı meselesidir. Toplum içinde basın mensubunun diğer insanlardan bir üstünlüğü yoktur. Basın mensupları da diğer insanlar gibi hukuki kovuşturmalara uğrayabilirler, soruşturulabilirler ve ceza almaları da gerekiyorsa da alabilirler” ifadelerini kullandı.
FAHRETTİN ALTUN’DAN BÜLENT KENEŞ’E CEVAP
Dün öğlen saatlerinde Basın Özgürlüğü Tartışmaları panelinin duyuru tweetini attıktan sonra Today’s Zaman Genel Yayın Yönetmeni Bülent Keneş’in hakaret içerikli tweetler attığını belirten Fahrettin Altun, “Bu durumun basın özgürlüğünü dışında başka bir boyutu var. Eleştirinin her zaman olması gerekiyor ama hakaret sözkonusu olduğunda başka bir durum ortaya çıkıyor” dedi.