Cüneyt Arkın...Türk sinemasının en gözde oyuncularından. Adı gazete manşetlerinin vazgeçilmez sermayesi, bir zamanların tıp fakültesi öğrencisi, bugünün pratisyen doktoru Fahrettin Cüreklibatur.
Cüneyt Arkın bugün Yeşilçam'ın milyoner kişileri arasında. Üçüncü Levent'te 500 bin lira değerinde bir villası, 200 bin lira değerinde Mercedes marka otomobili, çeşitli yerlerde arsaları ve bankalarda yüz binleri var.
Fakat... Eski günler, sinemadaki ilk günler unutulur mu hiç?
Geçmişinin ağırlığından kim kaçabilir, kim hafızasından silip atabilir o günleri... İşte Cüneyt Arkın İle Bostancı'daki film setinde, spotların gözleri kör edici ışıkları altında o günleri konuşuyoruz. Eski günleri, yeni günleri... Cüneyt Arkın'ın gözleri dalıyor, buğulanıyor eski günlerden bahsedilince...
- «1963 yılında Artist mecmuasının sinema artisti yarışmasında birinciliği kazanıp da sinema artistliğine ilk adımı atınca, ilk olarak babamdan aldım lanetleyici mektupları. Arkasından arkadaşlarımın bitmeyen, tükenmeyen kırıcı latifeleri geldi: 'Yahu Fahrettin başka işin yok muydu da artist oldun? Senden de artist olur mu?' diyerek beni her fırsatta iğnelerler, kahrederlerdi...»

- «Fakat azimliydim. Hırslıydım. Mutlaka bir şeyler yapmalıydım. Yapacaktım. Ne pahasına olursa olsun. İlk filmim 'Gurbet Kuşları'nda oynadıktan sonra elime geçen 500 lira ile ancak üç ay idare edebildim. Sonra gene açlık günleri başladı. Ayakkabılarımın altı delikti. Subay kaputumun apoletlerini sökmüş, kendime palto yapmıştım. Özel otomobil gerçekleşmesi güç bir rüya, taksiye binmek hayal, dolmuşa binmek ise lükstü benim için... En ideali otobüse binmek, ondan da ideali yaya yürümekti..
- «Benim ruh yapımı, ruh halimi bilen karım (Güler Mocan) acı çekiyordu ama bana bir şey hissettirmemeye çalışıyordu. Kayınpederimin evinde kalıyordum. Kasten yemek saatlerinden sonra eve dönüyordum ki, onlara daha fazla yük olmayayım diye. Bugün düşünüyorum da, bütün bunların gülünç olduğunu görüyorum ve kendi kendime öyle hareket ettiğim için küfürler yağdırıyorum.»
- «Yeşilçam'da belki iş verirler diye yazıhane yazıhane dolaştığım günlerden birinde Aziz Sarıkaya'ya uğradım. Belki bir iş verir diye düşünmüştüm. Yanılmışım. Odasında olduğu halde bana kendisini 'Yok' dedirtti. Bozuk bir moralle, cebimde iki buçuk lira olduğu halde, Taksim'den Karaköy'e kadar yürüdüm, vapura bindim. Yorgundum, ama son paramı tüketmeye gönlüm razı gelmiyordu bir türlü... Kadıköy'den Suadiye'deki kayınpederin evine yürüye yürüye gittim.»
Cüneyt Arkın sözlerinin burasında derin, ama çok derin bir soluk alıp veriyor. O günleri anlatmak bile yoruyor Cüneyt Arkın'ı. Kimbilir hayat kavgası ne kadar yıprattı, eritti onu... Beş dakikalık bir düşünme molasından sonra Cüneyt tekrar eski günlere dönüyor. Ah o eski, ilk günler...
- «İkinci filmim 'Ayşecik Cimcime Hanım'a hem büyük ümitlerle, hem de büyük ümitsizliklerle başladım. Ümitliydim, zira, caddeden geçerken bana bakanların yüzlerinde hayranlık belirtileri seziyordum. Ümitsizdim, filmin yapımcısı Hamdi Değirmencioğlu'ndan 1.000 lira borç almış, kendime bir takım elbise ile bir çift ayakkabı yaptırmıştım. Bu borcu nasıl ödeyecektim? Hayatım böyle borç harç içinde mi geçecekti?.»
- «Artık içimde çılgınca bir kin vardı. Aylarca uyuyamadım. Medrano Sirki'nde Kazakların atlarına baktım, karşılığında binicilik dersleri aldım. Düştüm, kalktım, küfür yedim, tahkir edildim. Gece saat 24:00'ten sonra Pablo Hugo'nun spagettisini, şarabını taşıdım. Parende atmasını öğrendim cambazlardan. Ter kokulu havlularını kurutup peşlerinde koştum. Sirkte bulunanların çoğu benim artist namzedi olduğumu öğrenmişlerdi. Bakışlarından bana acıdıkları için de bir şeyler öğretmek istediklerini hissediyordum. Bir gece program bittikten sonra şimdi ismini hatırlayamadığım, fakat çok sevdiğim akrobatlardan biri yanıma geldi, 'Gel seninle biraz çalışalım' dedi. 'Sana ufak bir numara göstereceğim ve bütün filmcilik hayatında bu numaranın büyük faydasını göreceksin.' Onunla tam iki saat çalıştık. Ertesi gece gene, daha ertesi gece gene derken, kendimde bir fevkaladelik hissetmeye başladım. Yavaş yavaş bir şeyler oluyordum. Ümitlendim. Neşelendim. Sevindim. O gece eve yayan dönerken gene bir ümitsizlik çöktü içime. Parasızlığın, yalnızlığın verdiği bir ümitsizlikti bu. Karım sabaha karşı beni karşısında görünce ağladı 'Bir kadından geliyorsun' dedi. 'Bu saatte ve sarhoş!' Karşımdaki aynada sapsarı, müdafaasız bir yüz görüyordum o anda. Fahrettin Cureklibatur'un yüzünü... Konuşmak istemiyordum. Başım ağrıyordu. İçimde bir taş yığını vardı sanki. Sinirimden ben de ağlamaya başladım.»
- «Hele bugünlerden birinde Memduh Ün'ün de 'Bundan hiç bir şey olmaz' sözleri kulağıma gelince, daha da yıkıldım ve ilk defa babama ve benimle açıktan açığa alay eden arkadaşlarıma hak verdim. Evet en iyi yol mesleğime dönmekti!»
- «Yeşilçam'dan kaçmaya, "Elveda sinema' demeye hazırlanırken Ülkü Erakalın çıktı karşıma. Bana "Gözleri Ömre Bedel' filminde şans tanıdı. Adım bir anda bütün Türkiye'ye yayıldı ve şöhretin kapıları ardına kadar açıldı. O zaman dram bitti sandım. Oysa, ne bileyim, yeni başlıyormuş. Eskiden normal olan her şey suçtu artık benim için. Sinemada şöhrete ulaşmakla her şeyin düzeleceğini sanmıştım. Ne kadar yanılmışım. Meğer o parasız olduğum, aç aç dolaştığım günlerden bin defa daha mutsuz ve yalnız olacakmışım da haberim yokmuş. Nereden bilebilirdim ki?»
- «Bugün bambaşka bir Cüneyt Arkın'ım. Milyonlarca hayranım var. Herkes peşimde, herkesin gözleri üzerimde. Zenginim. Ama gene sinemadaki ilk günlerimdeki gibi yalnız ve mutsuzum. Tedirginim. Ürkeğim. Korkağım.»

(Yazı: Cahit Poyraz - Ses Dergisi - 9 Ocak 1971)


Ülke Haber