Yüce Rabbimiz bizi yaratmış, bize ruhundan üfleyerek ilahi nefhadan nasipdâr eylemiş, üstün melekelerle donatmış, akıl ve irade ile insanı, kendi varlığından haberdâr etmiş, ona şeytanın ve nefsinin oyuncağı olmasın diye takva duygusunu da ilham etmiştir. İnsanlığın kutlu elçileri olan Peygamberler insanı imana ve kurtuluşa çağırmış, bu çağrıya kulak verenleri ise Allah ‘mü’min’ diye adlandırmış ve ona birtakım sorumluluklar yüklemiştir. Bu sorumlulukları yerine getirmek imanı kuru bir iddia olmaktan çıkarır, Allah’ın rızasına uygun olarak yapılan işler onun ispatı olur. Bu anlamda iman Allah’a gönülden bağlılık ve söz veriştir…
İman eden insan önce Rabbine karşı, daha sonra insanlara hatta diğer canlı cansız varlıklara karşı sorumlu hale gelir. Bu sayede kul olma bilincine erer. Yeryüzünü Rabbinin emaneti olarak görür, diğer insanları ise yaratılış bakımından kardeşi bilir. Kendisi gibi iman edenleri ise din kardeşi olarak kabul eder. Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de “Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’tan sakının ki size merhamet edilsin (Hucurat 10) buyurarak aynı dine inanan kimseleri birbirlerinin kardeşi olarak isimlendirmiştir.
Peygamber Efendimiz de “Nefsimi kudreti elinde olan Allah’a yemin ederim ki iman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız” buyurarak birbirini sevmenin imanın bir gereği olduğuna işaret etmiş, iman etmiş olmanın bu sorumluluğu her mü’mine yüklediğini bildirmiştir. Bu anlamda iman eden kimse sadece kendi yakınları ve ailesine değil tüm mü’minlere karşı sorumluluklarını yerine getirmek durumundadır.
Bir mü’minin diğeri üzerindeki haklarından bahseden peygamberimiz “Mü'minin mü'min üzerinde altı hakkı vardır:
1- Hasta olduğunda onu ziyaret eder,
2- Öldüğünde cenazesinde bulunur,
3- Davet ettiğinde davetine icabet eder,
4- Karşılaştığında ona selam verir,
5- Aksırdığında ona 'Yerhamükellah!' der,
6- Uzakta da olsa yakında da olsa ona nasihat eder buyurmuş, en ince detayına kadar bu hakları bize haber vermiştir.
Bir Müslümanın din kardeşine nefret beslemesi, düşmanlık etmesi imanı ile bağdaşmaz, aralarındaki kardeşlik hukukuna zarar verir. Bu hususta peygamberimiz bizi uyarmış ve şöyle buyurmuştur; “Birbirinizden nefret etmeyin, birbirinize haset etmeyin, birbirinize sırt çevirmeyin. Ey Allah ‘in kulları kardeş olun. Bir Müslümanın din kardeşi ile üç günden fazla küs durması helal olmaz”
Sadece farz olan ibadetlerimizi yapmakla Allah’a karşı sorumluluğumuzu tam anlamıyla yerine getiremeyiz. İbadetler Rabbimize yakınlaşma vesilemizdir. Kardeşlerimizin hakkını ihlal ederek, onların hakkına girersek ibadetlerimizden hasıl olacak faydadan mahrum kalırız. Kendisi için istediğini mü’min kardeşi için de isteyen, kardeşinin gıybetini yapmayan, onu alaya almayan, lafını başkasına taşımak suretiyle koğuculuk yapmayan, lanetlemeyen, buğzetmeyen, üzüntü ve sevincini paylaşan, aldatmayan bir kardeşliği tesis etmek hepimizin sorumluluğudur.
Böyle bir kardeşlik ve kulluk bilinci bizi kendi iç dünyamızda barışık kılar, dünya ve ahiret mutluluğunu yakalamamıza vesile olur.
Yasemin GENÇ
Tekkeköy Müftülüğü ADRB Vaizi