Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Berksoy Şahin, "Toplumda bebek emzirme meme kanserini önler’ gibi yanlış algıların varolduğuna dikkati çekerek, “Kadınların emzirme döneminde adetleriyle ilgili östrojen düzeyleri düşük olduğu için meme kanseri oluşma şansının azaldığı ile ilgili görüşler var. Ama hiçbir zaman genetik risk faktörü olan kadının emzirmesi durumunda o risk ortadan kalkmaz. Uzun süre emzirme meme kanserinden korur şeklinde algılamamak lazım" dedi.
KADINLARDA EN SIK GÖRÜLEN KANSER TÜRÜ
Antalya Kundu tatil bölgesindeki Mıracle Otel’de İmmüno-Onkoloji Derneği tarafından bu yıl ikincisi düzenlenen "Hedefe Yönelik Kanser Tedavileri Kongresi" kapsamında düzenlenen basın toplantısında konuşan Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Berksoy Şahin, meme kanserinin kadınlarda en sık görülen kanser türlerinden biri olduğunu söyledi. Meme kanserinin 100 binde 26 görülme sıklığı olduğunu işaret eden Prof.Dr. Berksoy, "Kadınların yaşamı boyunca kümülatif meme kanseri riskine baktığımız zaman, bunun da yüzde 12-14 arasında olduğunu görüyoruz. Diğer kanser türleri ile karşılaştırıldığında çarpıcı bir rakamdır. Kadınlarda meme kanserinden ölüm riski açısından bakıldığında yüzde 3.6 risk oluşturuyor. Bu verilerde meme kanserini öne çıkarıyor" diye konuştu.
TÜMÖR TİPİNE GÖRE TEDAVİ
Meme kanserinin diğer kanser türleri arasında sıklığının arttığını işaret eden Prof.Dr. Şahin, hastaların ise yaşam süresinin eskiye göre uzadığını belirtti. Yaşam süresinin uzamasını erken tanı ve yeni tedavi şekillerini gelişmesine bağlayan Prof.Dr. Şahin, "Türkiye’deki bütün kadınların bu tedavileri alma hakkına sahiptir. Hastalarımızın çoğu, en yeni tedavileri kullanabiliyorlar. Eskiden hastalığın evrelendirme üzerinden tedavi planlarken, şimdi ise tümörü tipine göre tedavi planlıyoruz. Genç yaşta meme kanseri olan kadınlarda, genetik faktörlerin etkili olduğunu görüyoruz. 30 yaşın altındaki kadınlarda meme kanserinin genetik olma riski yüzde 33’lerdedir. Aile bireyleri tarama testi yaptırmalıdır. Ama bu devletin tarama politikasından farklı olabilir. Çok popüler noktada, Amerikalı aktrisler genetik bedenlerle memelerini aldırdılar. İçini boşalttılar. Genetik riskin olup olmadığının tespit edilmesi önemlidir. Yanlış bir sonuçta kişi, risk kıyafeti giyer. Standartları onaylanmış merkezler tarafından genetik testler yapılmalıdır. Ardından meme ya da yumurtalığın alınması gibi tedavilere gidilmelidir" diye konuştu.
ERKEKTE MEME KANSERİ
Meme kanserinin erkeklerde de olabildiğini ifade eden Prof.Dr. Şahin, "Burada da genetik faktörler önemlidir. Erkekte meme kanseri varsa, o ailenin kadın bireylerinin de dikkat etmesi gerekiyor. Direk genetik riski gösteriyor. Erkeklerin pek aklına gelmiyor meme kanseri olacakları. Ve tanı ileri evrelerde görülüyor. Erkeklerde tüm meme kanserlerinden görülme sıklığı yüzde 5 ‘lerden azdır" dedi.
EMZİRME VE KANSER
Toplumda "Bebek emzirme meme kanserini önler" şeklinde yanlış algıların varolduğuna dikkati çeken Prof.Dr. Şahin, şunları söyledi:
"Saha çalışmaları bize bir takım konulara dikkat etmemiz gerektiğini gösterir. Bir kadının, östrojenle karşı karşıya kalma süresi ne kadar kısaysa, meme kanseri o kadar az olur. Kadınların emzirme döneminde adetleriyle ilgili östrojen düzeyleri düşük olduğu için, meme kanseri oluşma şansının azaldığıyla ilgili görüşler vardır ama hiçbir zaman genetik risk faktörü olan kadının emzirmesi durumunda o risk ortadan kalkmaz. Burada çok yanlış mesajlar vermemek gerekir. Tabi ki annelerin çocuklarını beslemesi lazım. Ama uzun süre emzirme meme kanserinden koruyacak anlamında algılamamak lazım."
MEMESİNİ ALDIRMAYAN KADINLAR DAHA MUTLU
Memenin günümüzde sütyenlerin arkasında saklanan bir organ olmadığını dile getiren Prof. Dr. Şahin, "Reklamlarda, medyada imaj oluşturucu öğelerden bir tanesidir. Memesi alınan hastalar, ailesiyle bir bütün olarak gelirler, sonra yanında gelen kişi sayısı azalır. En sonunda eşleri de gelmez. Diğer taraftan memesi korunan kadınlar hem toplumda, hem de sosyal ilişkilerinde başarılı oluyorlar. Hem kıyafet seçimi hem denize girmede bir sıkıntı yaşamıyorlar. Bir organı kaybetme psikolojisi altında da ezilmiyorlar. O yüzden kendine güveni olan kadınlar, memelerini korumayı tercih ediyorlar. Meme kanserli hastaların memeleri yerinde kaldığı zaman, organ eksikliğini çok daha az hissediyorlar. Alınırsa ise eziklik oluşuyor" dedi.
HEMEN MEME ALDIRILMAMALI
Hastaların ilk dönemde "Benden alsınlar da kurtulayım" psikolojisi ile bu durumu doktoru ve yakınına bıraktığını aktaran Prof.Dr. Şahin, "Hemen hızlı şekilde memeyi, ’Önce hastayı kurtaralım’ deyip alıyorlar. Ama ilerleyen dönemlerde hasta uzun süre yaşadıkça, bu organ kaybı onlarda psikolojik farklılıklar oluşturuyor. Denize girememe, istediği kıyafetleri giyememe gibi. Meme alındıktan sonra bir takım cerrahi işlemlerle silikon protezler takılıyor. Vücuttan alınan yağ dokuları ile bir takım estetik memeler oluşturuyor. Estetik yaptırmayan kişiler ise sütyene pamuk ya da yün koyuyorlar. Bu sonuçta organ kaybı ile psikolojilerini düzeltmiyor" diye konuştu.
"CİNSEL İSTEK KAYBOLMAZ"
Memenin kanserli hastalarda cinsel isteklerin kaybolmadığını dile getiren Prof.Dr. Şahin, "Meme sadece bir üreme anlamında çocuğu besleme organı olmasının ötesinde cinsel çağrışımlar ortaya çıkarır. Anadolu’dan çıkan an tanrıça figürlerinde göğüsler iridir. Doğurganlığı bereketi belirtir. Bu da memelerin aslında hem kadınlığın bir simgesi olduğunu, hem de onların kendilerini yansıtmaları açısından ve kişinin giydiği kıyafetlerle bir dili olduğunu düşünüyorum. Meme sosyal ilişkilerde bir dilin parçası ve onu korumak gerekir" ifadelerini kullandı.
400 KATILIMCI, 40 OTURUM
İmmüno-Onkoloji Derneği Genel Sekreteri Prof. Dr. Uğur Coşkun, kongrenin içeriği hakkında bilgiler aktardı. Kongrede onkolojideki son gelişmeler, yeni ilaçlar ve kanser türlerindeki yapılan çalışmaların değerlendirildiğini aktaran Prof.Dr. Coşkun, 400 katılımcı ile 40’a yakın oturum gerçekleştirildiğini belirtti. İmmüno onkoloji tedavisini bilenen kemoterapi tedavilerinin dışında vücudun kendi bağışıklık sisteminin indüklenerek kanserle savaş etme yöntemi olduğunu dile getiren Prof.Dr. Coşkun, "Daha önceden olmayan birkaç senedir keşfedilen bir tedavi yöntemidir. Dışarıdan verilen ilaçlar vücudun bağışıklık sistemini güçlendirerek, kanser hücreleri ile mücadele ediyor. Kemoterapi kanser hücrelerini öldürürken, normal hücrelere de zarar veriyordu. Vücudun immün sistemini aktive ederek kanserle mücadele ediyor. Nokta atışı gibi. Hedefe yönelik ilaçlarda önemli gelişmeler. Bir takım aşı ve yeni ilaçlar var. Bu ilaçların kanser türlerindeki etkinliği arttıkça çok büyük umutlar taşıyoruz" diye konuştu.