Dr. Yaşar Kalafat, Türk ve İslam kelimelerinin yıkıcı ve bölücüleri her zaman ürküttüğünü belirterek “Bu iki tanımı bir arada içeren ifade biçimleri, bu çevreleri adeta çıldırtmıştır. Hasım istihbarat örgütleri, bu türden çevreler içerisinde yuvalanmış veya bu çevrelerin düşmanı olmuşlardır. Seyit Ahmet Arvasi tarafından konulan ve Abdurrahman Küçük tarafından haklı olarak tekrarlanan bu teşhis, Türk millî istihbaratının her dönemi için geçerli olmuştur” dedi.
Dr. Kalafat, Avrasya Bir Vakfı Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi’nde Teşkilatı Mahsusa konusunda yaptığı konuşmada, “Bilimsel ve Teknik İstihbarat”, “Sosyal İstihbarat” ve ayrıca “Biyografik İstihbarat” türleri üzerinde bilgi verdi. Bir takım ilişkilendirmeler yapıp “Psikolojik Harekât”, “Stratejik Enformasyon Savaşı” ve “Propaganda” konularına değineceğini anlatan Kalafat, “Doğal olarak, referanslarımız tamamen açık kaynaklar olacak ve halkbilim-Türkiyat zemininde kültür stratejisi penceresinden bakarak konular ele almaya çalışılacaktır” dedi.
İstihbarat’ın bir sosyal bilim alanı olduğu anlayışından hareketle, teorik düşünce mantığından millî teorik analizlerde Türklük bilimin yeri üzerine duracaklarını anlatan Kalafat, şöyle konuştu: “Bu münasebetle Teşkilatı Mahsusa’nın kuruluş dönemindeki (1914-1918) stratejik hedefleri ile günümüz şartlarını kültürel kimlik açısından karşılaştırmaya çalışacağız. Bu arada Millî Emniyet Hizmetleri dönemi (MAH) (1926-1965), Millî İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı’nın (MİT) başlangıç dönemi olarak kabul edilebilir” diye konuştu.
Millî istihbaratları ‘millî’ yapanın, yapılan istihbaratın millet adına yapılmış olması olduğunu anlatan Kalafat, sözlerini şöyle sürdürdü: “O özellik, ona; şahıs, zümre, bölge, kesim adına yapılmış olmanın üzerinde olduğu vasfını kazandırır. Millet yapılanması, sosyal varlık olarak zümrecilik, bölgecilik gibi bütün bu yapılanma ve süreçlerin aşıldığı safhadır. Hasım istihbarat örgütleri faaliyet gösterecekleri hedef ülkelerinde basın ve yayın organlarına sızarlar ve toplum liderlerinden taraf değiştiremedikleri kimselerin, etkinliklerini lehlerine dengelemek için siyasî, sosyal, dinî ve kültürel alanlarda etkinlik gösterebilecek “görüş liderleri” yetiştirirler. Propaganda vasat ve vasıtalarını ele geçirirler. Türk istihbarat tarihi dönemleri itibariyle, hasmın bu özelliği, yüzyılın son çeyreğinde çok yoğunlaşmıştır. Bu nokta da açık kaynaklar; istihbaratın sağlanması, işlenmesi ve halk kesimlerine yansıtılmasında, Türklük bilimcinin önemini ortaya çıkarır.”
Türk ve İslam kelimelerinin yıkıcı bölücü etkinlikler içerisinde olanlara ciddi bir ürküntü kaynağı olduğunu anlatan Kalafat, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu iki tanımı bir arada içeren ifade biçimleri ise bu çevreleri adeta çıldırtmıştır. Hasım istihbarat örgütleri, bu türden çevreler içerisinde yuvalanmış veya bu çevrelerin düşmanı olmuşlardır. Seyit Ahmet Arvasi tarafından konulan ve Abdurrahman Küçük tarafından haklı olarak tekrarlanan bu teşhis Türk millî istihbaratının her dönemi için geçerli olmuştur.”
Dr. Kalafat, bütün bunlara rağmen “Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra, Dünya Türklüğünde, dil ve alfabe birliği konusunda, Türkiye merkezli girişimler olmuş, küçümsenmeyecek mesafeler alınabilmiştir. Bu dönemde TÜDEV (Türk Devlet ve Toplulukları Dostluk, Kardeşlik ve işbirliği Vakfı) sahnededir” ifadelerini kullandı.
Siyasi iktidarların yönetimindeki devlet icraatları ile devlet istihbaratının randımanı arasında çok kere gözden kaçan önemli bir nokta olduğunu anlatan Kalafat, “Etnik terör karargâhının Türkiye dışında oluşu ve bölgenin emperyalizmin koruması altında bulunuşu, terör karşıtı mücadeleden beklenilen sonucun alınamayışının mazereti olamaz. Etnik terör, Türkiye’de sosyal tabanı olmayan bölgelerde de, sonu alınamayan eylemlerini yaptırım vasıtası olarak kullanabilmektedir. Etnik terör bir kimliğin inşası, tescili ve resmiyet kazanması için mücadele verirken aynı zamanda, adına mücadele verdiği kesimin kültürünü oluşturmaktadır.”
Kültür emperyalizminin aşmakta zorluk çektiği en büyük engelin, birlikte yaşayan halkların tarih boyunca geliştirdiği ortak halk kültürleri olduğunu anlatan Kalafat, “Teşkilatı Mahsusa kadroları nihai tahlilde bu teşhisi koymuş, halkın güzide tarafından daha yakından tanınıp, halklar arası kültürel farklılığın inkâra sapmadan asgariye indirilmesini sağlamayı hedeflemiştir. Tarama ve Derleme sözlükleri bir noktada ortak Anadolu Türkçesi’nin oluşturulması amaçlıdır. Bu dönemde Türkoloji’nin farklı dalları gibi Türk Halkbiliminin de farklı alan ve dalları değerlendiriliyordu. Bu istikamette bazı iniş çıkışlara, zaman zaman yaşanan duraklamalara rağmen küçümsenemeyecek mesafeler alınmış ve fakat gelişmenin seyrini hasım espiyonaj güçleri, milli kadroların istihbaratından evvel operasyonlarına yansıtabilmiştir” diye konuştu.