Kayseri Barosu Başkanı Avukat Fevzi Konaç, mecliste görüşülen ve bazı maddeleri kabul edilen İç Güvenlik Paketi’nin kendilerini kaygılandırdığını söyledi.
Başkan Konaç, Kayseri Barosu adına düzenlenen basın toplantısında, "İçişleri Bakanlığı’nca hazırlanan ve mecliste görüşülmeye başlanan ve bir kaç maddesi kabul edilen, kamuoyunda “İç Güvenlik Paketi” olarak anılan “Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı” ile getirilmek istenen yasal değişiklikler hakkında kamuoyunu bilgilendirme zarureti hasıl olmuştur" dedi.
" Ege Üniversitesinde yaşanan olaylarda hayatını kaybeden Fırat Yılmaz Çakıroğlu kardeşimize Allah’tan rahmet diliyor, ailesine ve camiasına başsağlığı dileklerimizi iletmeyi bir insanlık vazifesi sayıyoruz.
Bu olayı fırsat bilerek ülkemizi ve üniversitelerimizi bir çatışma ortamına sürüklemek isteyecek gelişmelere fırsat verilmemesini ve sağduyulu hareketi, özellikle öğrenci kardeşlerimiziden beklediğimizi altını çizerek belirtmek istiyoruz" diye konuşan Başkan Konaç, ülke gündemindeki gelişmelerle ilgili olarak, "Süleyman Şah Türbesi operasyonunda Şehid olan Astsubay Halit Avcı’ya Allah’tan rahmet dilerken, yaşananları hem endişe hem de üzüntü ile takip ettiğimizi, tüm milletimizin gerek iktidar ,gerekse muhalefet yanlısı olsun, konuya milli bir hassasiyetle yaklaşmasını, bu tür konularda top yekün ve tek yürek olmamız gerektiğini düşündüğümüzü, Kayseri Barosu olarak ısrarla hatırlatmayı görev sayıyoruz. Yaşanacak en küçük hüsran devletimizin itibarına dair hepimizi üzmelidir buna ditkkat çekmek istiyoruz.
Tasarının Mecliste görüşülmesi için yapılan oturumlarda çıkan kavgaları ve kamuoyuna yansıyan görüntüleri doğru bulmadığımızı, topluma örnek olması gereken vekillerimizin düştüğü durumu ayıpladığımızı ifade etmek istiyoruz.
Seçime sayılı günler kala siyasi partilerimizin aday tespit çalışmaları devam ederken; bizleri temsil edecek vekil adaylarının, hiç birini diğerinden ayırmadan, milli hassasiyetlerimizi hakkıyla temsil edecek bir görev bilinciyle hareket ederek başarılı olmalarını temenni ediyoruz" değerlendirmesinde bulundu.
"Öncelikle bu kaygılarımızın nereden kaynaklandığını ifade etmekte yarar vardır. Geçmişe kısa bir göz attığımızda görülecektir ki, bu ülkede yargının açık ve net olarak siyasallaştığı dönemler olmuştur.Bu olağanüstü dönemlerde hukuk adeta bir silah olarak kullanılmış, yargı eliyle toplum tabiri caizse terbiye edilmeye çalışılmıştır. Hak ve özgürlükler yargı eliyle ya çiğnenmiş ya da neyi amaçladığı belli olmayan kanun metinleri ve mevzuatla, hukuk/yargı eliyle adeta terör estirilmiştir.Buna dair yüzlerce örnek milletimizin hafızalarında tazeliğini korumaktadır. Çerçevesi çizilmeyen, somut gerekçe ve ihtiyacı nasıl karşılayacağı belli olmayan kanunlar, bu kötü hatıraların yeniden canlanması gibi bir çağrışım yapmaktadır" diye konuşan Başkan Konaç, "Yıllar yılı devlet eliyle uygulanan hukuksuzlukların bedelini AİHM’de ödeyen bir ülke olarak, iktidar kim olursa olsun zaman ve zemine göre hukuk ihdas edilmesi, içinden geçilen sürecin ihtiyaçlarına göre kanun ve norm ihdası, açık bir şekilde hukukun intikam aracı halıne getirilmesi anlamı taşır. Kimse kusura bakmasın, bizim millet olarak korkularımız! ve endişelerimiz! var. Bu endişelerimizi ve kaygılarımızı dillendirmek bizlerin asli görevidir. Bunu yaparken kimseden icazet almayacağımız gibi , zor zamanda yanlışları ifade etmenin temsilcisi olmanın zorluklarını yaşadığımızı söylemek istiyorum" ifadesinde bulunarak açıklamasını şu şekilde sürdürdü:
"Bu yasa “şu anlamda ucu açık ve belirsiz bir yetki tanımaktadır” diye söylediğimizde, karşımıza çıkan tablo ne yazık ki; kişi insiyatifi ve yoruma müsait alanlar bırakılmış olması, suistimal edileceği anlamı taşımaz savunması ile karşı karşıya kalınmaktadır. Çerçevesi çizilmemiş yasaların kişi insiyatifi ve yorumuyla ne tür telafisi güç mağduriyetlere sebep olduğu, bu yasaların güvencesi biziz söyleminin de hiç bir değerinin olmadığı ortadadır.
Tasarı gerekçesinin ilk maddesinde “Son zamanlarda meydana gelen toplumsal olayların terör örgütlerinin propagandasına dönüşmesi, göstericilerin vatandaşlarımızın can güvenliklerini ve vücut bütünlüklerini tehdit etmesi, kamuya ve özel kişilere ait bina, araç ve mallara zarar vermesi, hatta yağma girişimlerinde bulunması özgürlük-güvenlik dengesini bozmadan yeni tedbirler alınmasını zorunlu kılmıştır” denilmektedir.
Gerekçenin devamında tasarı ile; suç işlenmesinin önlenmesi, can ve mal emniyetinin sağlanması, cezaların caydırıcı hale getirilmesi gibi ihtiyaçlara değinilmiştir.
Gerçekten de son zamanlarda meydana gelen toplumsal olaylarda; yüzünü kapatarak ve maske kullanarak gerek kamu, gerekse özel mülkiyete konu mallara zarar veren ve can güvenliğini tehlikeye düşüren kişilerin eylemleri bizlere büyük üzüntüler yaşatmıştır. Ellerdeki molotofların, can güvenliğini tehlikeye düşürecek şekilde kamu görevlilerine karşı kullanılması, işyerlerinin, durakların, ambulansların yakılması asla kabul edilemez. Bu eylemleri engelleyecek yasal değişiklerin pek tabiî ki destekçisiyiz. Bu anlamda alınacak her makul tedbir bizim için baş tacıdır. Buna karşı çıkacak tek bir vatan evladı yoktur diye düşünüyoruz.
Derdimiz; ne siyaset yapmak ne de iktidar veya muhalefetin yanında saf tutmak değildir. Konu ile alakalı kurulan her cümlenin ardından; birilerinin birilerini hain ilan ettiği, adeta küfrettiği bu ortamda, uyarmanın, doğruyu işaret etmenin, risk almanın, kim ne derse desin hak ve hukukun yanında durabilmenin erdemine inanıyoruz. Bizim işimiz asla niyet okumak değil, yasal zeminde olabilecek olumsuzluklara hukuk adına dikkat çekmektir. Bu nedenle; ne vatan sevgimizin sorgulanmasına müsade ederiz, ne de hain ilan edilmeyi hazmederiz.
Can ve mal güvenliğini tehdit eden ve terör propagandasına dönüşen eylemlerle ilgili yasal değişikliklere ihtiyaç olduğunu düşünmekle birlikte, eylemlerin terör propagandasına dönüştüğü gerekçe gösterilerek,devletin hukuksuz bir eylemi engellemek için, hukuk dışına çıkması da, Hukuk Devleti ile asla bağdaşmayacaktır. Tasarı incelendiğinde, maalesef hepimizin büyük bir üzüntü ile sık sık karşılaştığı terör ve güvenlik meselesinin bahane gösterilerek, tasarının her haliyle meşrulaştırılmaya çalışıldığını görmekteyiz.
Terörün gerekçe yapıldığı tasarının Terörle Mücadele kapsamında ele alınması gerekir iken, Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu kapsamında değerlendirilmesi de, tasarının amacının sadece terör propagandasını engellemek olmadığını, genel olarak temel hak ve hürriyetleri kısıtlamaya dair kullanılabilecek bir altyapı tesis edildiği hissi uyandırmaktadır. Bu sadece siyasetçilerin değil bir çok hukukçunun da ortak teşhisidir.
Tasarıdaki en sıkıntılı konu, kolluğun ve mülki amirlerin yetkilerinin genişletilerek adli yargıya ilişkin konularda da yetkili hale getirilmesidir.Emniyet Teşkilatı ve polis bu tasarıda kendisine yüklenen misyon gereği zan altında kalmaya mahkum olacaktır.Suç işlendikten sonraki görev, adli bir görevdir. Suç işlendikten sonra Ceza Muhakemesi kapsamında savcılık makamı ve mahkeme yetkilidir. İdarenin yetkisi ise, suçun işlenmesinden önce önleyici hizmetlere yönelik idari bir görevdir.Tasarı ile suç işlendikten sonra da idareye yetki verilmekte, illerde Vali, ilçelerde Kaymakam,adli yargıya ait bir görevi kullanmaya yetkili kılınarak adli görev, idareye devredilmek istenilmektedir.Oysa ki, suç işlendikten sonra idarenin adli yargıya ait yetkileri kullanması söz konusu olamaz. Aksi halde idare, yargı görevini üstlenmiş olur ki; Tasarı bu anlamda, kuvvetler ayrılığına ve Anayasamıza tamamen aykırıdır.
Tasarı gerekçesinde,yeni tedbirlerin özgürlük-güvenlik dengesini bozmayacağı söylenilmişse de, aşağıda da kısaca değinildiği gibi... üst araması, dinleme ve gözaltı konularındaki adli yargıya ait yetkilerin mülki ve kolluk amirleri vasıtasıyla idareye devri, idarenin resmen suçla ilgili soruşturma aşamasında görev alması, AİHM.’ndeki Devletimizin sabıkası ortada iken, gözaltı kararı ve süresi konusunda yıllar öncesi hukukuna dönülmesi, dinleme kararında yetkili hakimin sadece Ankara Ağır Ceza Mahkemesi üyesi olması, göstericilere yapılacak müdahalelere ilişkin düzenlemelerin saldırı ile müdahale arasındaki orantının ihlalini teşvik edici mahiyet taşıması, toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde teröre karşı uygulanacak kuralların genelleştirilme çabası ve olağanüstü hal rejimini andıran düzenlemelerin varlığı maalesef dengeyi daha da bozmuştur.
Mevcut yasal uygulamaya göre, kişilerin üstünün ve eşyalarının aranabilmesi için kural olarak hakim kararı, gecikmesinde sakınca olan hallerde ise savcı kararı aranmaktadır. Ancak, söz konusu tasarı yasalaşırsa, hakim yada savcı kararı olmaksızın kolluk amirinin emri ile arama yapılabilecektir. Bu durum keyfi aramaların önünü açabilecektir..
Diğer yandan, yine yasal mevzuatımıza göre, kişileri gözaltına alma yetkisi savcılara aittir. Ne var ki, iç güvenlik paketinde öngörülen tasarıya göre, bu yetki savcılara ait olmaktan çıkarılmaktadır. Böylece, tasarıda suçüstü hallerinde 24 saate kadar, toplumsal olaylarda ise 48 saate kadar, kolluk amirine kişileri gözaltına alabilme yetkisi tanınması söz konusudur. Öte yandan temel hak ve özgürlükleri kısıtlama konusunda mülki idare amirlerine de yetki verilmektedir. Bu yolla mülki idare amiri Cumhuriyet Savcısının adli yetkisine ortak olarak, adli kolluğa suç soruşturmasına ilişkin talimat verme yetkisine sahip olmaktadır. Oysa suç soruşturması ve suçun aydınlatılması yargısal faaliyettir ve bu yetkilerin sadece yargı makamlarınca kullanılması gerekmektedir.
Mülki Amirlerin almış olduğu kararlara uymayanlar hakkında 1 yıla kadar hapis cezası öngörülmektedir. Böylece suç ve cezaların kanuniliği ilkesi hiçe sayılmakta, mülki amirlere suç yaratma yetkisi tanınmakta ve yasama erkinin elinde olan yetki alınarak, Anayasaya aykırı bir düzenlemeye gidilmektedir. Dolayısıyla kuvvetler ayrılığı ve hukuk devleti ilkeleri de açıkça çiğnenmektedir.
Hukuksuz dinlemelerden bu kadar çok şikayetin olduğu bir dönemde, tapelerin, ses kayıtlarının ortada cirit attığı bir dönemde,Yargı kararı olmadan, telefon dinlemelerin ve üst aramaların önü, keyfi ve şüphe çekici bir şekilde açılmaktadır. Yargı mercii olarak ise Ankara’da bir hâkim olağanüstü yetkilerle görevlendirilmektedir. Bu düzenleme yargının yürütmenin müdahalesine açık hale geldiği ve tarafsız kalamayacağı algısını doğurmaktadır.
Terör eylemlerinde maske kullanılmasını asla tasvip etmediğimizi ve buna karşı tedbir alınmasının doğru olduğunu kabul etmekle birlikte, Polisin sıktığı, ciddi yan etkileri olabilen biber gazından korunmak için, ağzını yüzünü bezle örten kişilerin, terör örgütü üyeliği ile suçlanması muhtemel hale getirilmektedir. Muğlak kavramlarla telafisi güç zararlar doğabileceği kanaati uyandırmaktadır.
Tüm bu değişiklik arzularında “iktidarın asıl niyeti, toplumsal muhalefeti sindirmek ve önlemektir” algısı yaygın bir şekilde kamuoyunu tedirgin etmektedir. Söz konusu değişikliklerin bir kısmı mevcut Anayasaya aykırıdır. Olağanüstü dönemlerde yaşanan endişelerin başında gelen, kişi özgürlüğü ile güvenliği hakkını ihlal ettiği kanaati yaygındır. Tüm bu kaygıları izale etmek ve mutabakat yollarını aramak elbette iktidarın vazifesidir. Bunu yok sayarak çatışma ve gerilimden beslenmek kimseye fayda sağlamaz.Toplum olarak bölünmeye sebep olacak bu gerginliği ortadan kaldırmak için acilen adım atmak gerekmektedir.
Netice olarak; emri altındaki amirlere adli yargıya ait yetkileri tanıyan, kuvvetler ayrılığına ve Anayasa’ya açıkça aykırılıklar içeren kanun tasarısının ülkenin dört bir yanından gelen haklı eleştiriler dikkate alınarak, bir kısmı kabul edilen yasanın, eleştirilen kısımları ile ilgili bir kısım değişikliklere tabi tutulması ve bunların meclis gündeminden acilen çıkartılması gerekliliğini ve ümidimizi kamuoyunun takdirlerine sunuyoruz."