Dünyamız bugün kapitalizmin vahşi çarkı içinde kıvranmakta ve inim inim inlemektedir. Gelir dağılımında kayda değer bir uçurum meydana gelmiştir. Zenginin aşırı şekilde zengin fakirin de her geçen gün daha çok fakirleştiği bir sistemin zulmü altında can çekişiyoruz.
Adına serbest rekabet denilen ucube bir düzen var. Kimsenin kimseyi kaça mal ettiği ve ne kadar bir kar oranıyla satması gerektiğine dair bir yaptırım yok. Denetimin yapılmadığı ve haksızlıklara engel olmadığı ve bir endişenin bulunmadığı düzen var. Yani kul haklarının alenen ve resmen teşvik edildiği bir sistemden ne huzur bekliyoruz.
Hayat pahalılığının tavan yaptığı, bereketin olmadığı ve her işlemde faiz kırbacı yemeye alıştırıldığımıza ait bir girdabın içindeyiz. Sürekli geçmişten çok iyi olduğumuz vurgulanıyor kredi borçları içinde de olsak bunu makul görmemiz isteniyor.
Şu değerlendirmeler hiç de ahlaken ve ilmen iyi bir seviyede olmadığımıza yetiyor(YİYORLAR AMA YAPIYORLAR. EVİMİZİ VE ARABAMIZI ALDIK AMA KREDİYLE ÖMÜR BOYU BORÇLU BUNDAN DAHA İYİSİNİ Mİ BULACAĞIZ)... Buna benzer toplumsal çürümeyi gösteren cümleleri uzatabiliriz
Oysa gerçek zenginlik nedir onu bilimsel olarak bir görelim.( Fıkıhta zenginlik “aslî ihtiyaçlardan fazla mala sahip olma” mânasında kullanılır. Zenginlikle ilişkili bir başka kelime olan servet ihtiyaçtan çok daha fazla miktarda mal sahipliğini, yesâr ise kişinin malî açıdan rahatlığını, sıkıntı içinde bulunmaması durumunu ifade eder) (1)
Kapitalist tüketim kültürünün dünyada gün geçtikçe daha baskın hale geldiği, ahlaki yozlaşmaların yaşandığı ve tüketen bireylerin tükendiği konuları eleştiriler arasında yer almaktadır. Tüketim toplumunda verilen mesajlar daha fazla tüketerek mutlu olunabileceğini vaat ederken; bazı sosyolog ve psikologlar, gerçek mutluluğun tüketim ile elde edilemeyeceği görüşünü benimsemektedir. Günümüzde artık üretim odaklı olan modernizmden ziyade tüketim odaklı postmodernizmin başarısından söz edilmektedir. Yeni üretim güçleri topluma nasıl tüketeceğini de öğretmektedir. Kapitalizm ruhuna sahip olan tüketim toplumuna sürekli tüketme komutu verilmektedir.
Bir zamanlar seçkinler için kabul edilen tüketim olgusu, artık demokratikleşmiştir. Artan ürün ve hizmet çeşitliliği tüketicilere çeşitli alternatifler sunarken, bir yandan da karışıklık, tatminsizlik ve mutsuzluk oluşturabilmektedir. Şımartılmayı ve her şeyin en güzelini ve en iyisini hak ettiği mesajı verilen tüketiciler, haz arayışında tüketim köleleri haline gelmektedir. Aslında kapitalizm arzuladığı tüketici profilini oluşturarak kendine esir kılmaktadır.
Raymond Williams (1976)’a göre, tüketme teriminin en erken kullanımları “tahrip etmek, harcamak, israf etmek, bitirmek” anlamındadır. Bu sebeple, israf, ifrat ve harcama olarak tüketimin kapitalist toplumlarda denetlenmesi ve yönlendirilmesi gereken bir edim olduğu söylenebilir (Featherstone, 1996:4)
Aslında siyasi iktidarların yapması gereken toplumsal ahengi sağlamaktır. Haksız kazançların önünü açmak yerine tıkamaktır. Hibe verilen trilyonluk krediler siyasi referanslarla verilmekte ve ortak çıkar gereği denetlenememektedir. Bunun da bedeli tüp toplum katmanlarına bir hayat pahalılığı olarak yansıması kaçınılmaz olmaktadır.
ADALET VE kalknma iktidarından adaletli olmayı istemek ve gelir dağılımındaki adaletsizliği gidermesini istemek hakkımız değil mi?